browser icon
You are using an insecure version of your web browser. Please update your browser!
Using an outdated browser makes your computer unsafe. For a safer, faster, more enjoyable user experience, please update your browser today or try a newer browser.

Bir Tuna Macerası – III (Linz – Krems)

Posted by on 16/08/2012

8 Temmuz 2012 Pazar

Bir gece öncenin kamp alanı bulma, ıslanmadan çadır kurma endişeleri sebebiyle huzursuz bir uykudan uyandığımızda güneş karşıdan doğmaya ve etrafı kızıla boyamaya başlamıştı. Gece boyu yağan yağmur çadırımızı barakanın verandasına kurduğumuz için bizi hiç ama hiç ıslatmamıştı. Çadırın kapısını açtığımızda içeriye dolan serin hava bize taze yağmur ve ıslak çim kokularını taşıdı. Çadırdan çıktığımızda karşılaştığımız manzaranın güzelliğini seyretmek için bir süre hiçbir şey yapmadan öylece bekledik. Bulunduğumuz küçük göl koyu, aslında bir bahçeydi. Göl üzerinde küçük bir iskele, kıyıya çekilmiş bir kayık ve kütüklerden yapılmış tahta bir masası vardı. Yeni doğan güneşin ışıkları karşıdaki ağaçlar arasından süzülerek, durgun göl suyu üzerinde parıldıyordu. Günlük kamera kaydımızı yaptık ve kahvaltımızı yapmak üzere yiyeceklerimizi masa üzerine çıkardık. Kahvaltı için bir gün önce Abwinden’deki gezgin restoranından aldığımız ekmekler ile emmental peynirimizi yedik. Yanında da meyve suyumuzu içtik. Kahvaltı içeriğimizi zenginleştirmemiz gerektiği üzerine hemfikirdik. Meyve suyu yolda ve öğünlerde sürekli tüketiliyordu. Yanımızda bolca bulundurmalıydık. Ayrıca kahvaltı için bal, zeytin, iki çeşit peynir ve salam edinmek de kahvaltı sohbetinde ortaya atılan fikirler arasındaydı. Bir sonraki marketten bunları almayı kararlaştırdık. Eşyalarımızı topladık ve bisikletlere yükledik.

Çadırdan güneş doğuşu

Mavi ve bulutsuz gökyüzü yağmursuz bir günün haberlerini veriyordu. Ancak daha sürüşün ilk dakikalarından itibaren kuvvetli rüzgarlar bize önden çarpmaya başladı. Açıkçası bu ağırlıkta yüklü bisikletlerin rüzgardan bu kadar etkileneceğini düşünmezdim. Saatte 20km’lik hızın üzerine çıkamıyorduk. Kamp alanından Abwinden sapağına kadar karşıdan gelen yoğun rüzgara maruz kaldık.

Aralarından geçtiğimiz tarlalar

Abwinden kasabasından sonra yol nehir kıyısından ayrılıyor ve iç kesimlere doğru kıvrılarak uzuyordu. Aralarından geçtiğimiz geniş tarlalarda ay çiçeği ve mısır yoğun olarak yetiştiriliyordu. Yükselen güneş yeşil ve sarı tarlaların ötesinde koyu kırmızı ve bordo renkli evlerin balık sırtı örüntülü damlarında parıldıyordu. Uzaklarda gördüğümüz her kilise kulesi bize bir kasaba veya köyün varlığını işaret ediyordu. Daha önceden de tecrübeliydik; Avrupa’da yol, iz bulmanın en kolay yolu kilise kulelerini aramaktı. Neyse ki bisiklet turumuzda henüz hiç yoldan sapmamıştık. Tüm rota sık aralıklarla işaretlenmişti. Stacherlsiedlung kasabasından geçerken açık bir Spar market gördüğümüzde Banu durup alışveriş yapmayı önerdi. Ben henüz yeni ısınmıştım ve durmak istemiyordum. İleride başka bir markette durmayı tercih edeceğimi söyledim. Günlerden Pazar olduğu için Avrupa’da açık market bulmak kolay olmayabilirdi. Ancak sabahın bu erken saatinde küçük bir kasabadaki Spar’ın bile açık olması bende bir güven hissi uyandırmıştı. Sonradan çok pişman olacağım kararı verdim ve durmayarak ilerledik. Henüz 2 km geçmemiştik ki bir başka marketin kapalı olduğunu gördük. Banu’nun anlamlı bakışlarını üzerimde hissediyordum ki ileride büyük bir insan kalabalığını fark ettim. Yaklaşınca, büyük bir marketin otoparkına kurulmuş bir antika pazarı olduğunu gördük. Vakit harcamak istemiyordum ama bir antika pazarını da es geçemeyecektim. Bisikletleri kalabalığın arasından ittirerek otoparka indirdik ve birbirlerine kilitleyerek pazarı gezmeye koyulduk. Antika pazarı civarda yaşayanların evlerinin bodrumlarından topladıkları çer çöpü satmaya çalıştıkları bir eşya mezarlığıydı. Nesnelerin çoğu kimsenin isteyeceği şeylerdi. Nadiren gözümüze eski bisiklet parçaları çarpıyordu ancak almaya değer bir şey bulamadık. Tekrar yola çıktık ve kalabalığı ardımızda bıraktık.

Biz Mitterkirchen'den Ybbs'e doğru gidiyoruz.

Obersebern’den dönerek yine Tuna Nehri kıyısındaki yola çıktık. Buradan itibaren yol Mitterkirchen’e kadar yalnızca bisikletlere ayrılmıştı. Asfalt zemin neredeyse pürüzsüzdü ve kolayca yol alabiliyorduk.  Rüzgar da azalmıştı. Yola çıktığımızdan beri gökyüzü ilk defa bu kadar açık görünüyordu. Yağmur istemiyorduk kesinlikle, ancak yakıcı güneşi engelleyecek bulutlara hiç itirazımız olmazdı.

Sürekli yanımızdan bisikletliler geçiyordu. Çoğunun bisikletleri tur ekipmanı ile yüklenmişti. Aileler, yalnız hız bisikletçileri, çiftler, büyük ekipler, karşıdan gelenler, yanımızdan gelip hızla bizi geçenler… İstisnasız hepsi selam veriyordu. Selamlar baş ile yapılan küçük bir hareket, kaldırılan bir el, bir sözcük veya bisikletin zilinden gelen kısa bir zil sesi olabiliyordu. Yol dümdüzdü. Ufka kadar hem arkamızdan, hem önümüzden uzayıp gidiyordu. Aklımdan bisikletimi ne kadar çok sevdiğimi geçirdim. Sapasağlamdı. Vites geçişleri son derece rahattı. Disk frenleri etkili ve sessizdi. Yol boyunca bisikletlerimiz hiçbir sorun yaşatmamıştı. Tam bunları aklımdan geçirirken zincirim dişlilerden çıktı, bir tur döndü ve kadro göbeğinin kenarına iyice sıkıştı. Durdum. Banu da yardım etmek için yanıma geldi. Zincir öyle kötü sıkışmıştı ki yerinden çıkarabilmek için bisikletin tüm yükünü sökmek zorunda kaldım. Sonunda zinciri tekrar yerleştirmeyi başardım ancak şimdi de vitesler geçmiyordu. Daha önce hiç vites ayarı yapmamıştım. Sadece birkaç defa yapılışını izlemiştim. Arka aktarıcıyı dikkatle inceledim. Birbirine paralel iki vida vardı. Bir H, diğeri L olarak işaretlenmişti. Vitesi yükselttiğimde zincir en son çarkı ıskalayarak boşa düşüyordu. Bu vidalardan birini sıkarak aktarıcının zinciri dışarı atabileceği kadar yer değiştirmesini engelledim. Ancak hala vites geçişleri sorunluydu. Özellikle üst viteslere geçtiğimde aktarıcı sürekli olarak zinciri içeri itiyordu. Hava çok sıcaktı. Sürekli su içiyorduk ve şişelerimizde çok az suyumuz kalmıştı. Sorunun çözümü için bir çeşme kenarında tekrar durmaya karar vererek pedallara asıldık.

Mitterkirchen kasabasına 2 km mesafe kala bir bisiklet istasyonuna vardık. Burada yorgun ve susuz bir tur bisikletçisinin ihtiyaç duyabileceği her şey vardı. Serin sular akan bir çeşme, tertemiz bir tuvalet, gölgede masalar, civarın bisiklet haritalarını satan bir turizm ofisi ve hatta küçük bir dondurmacı… Sabahtan bu yana epeyce yol almıştık. Elimizde son kalan peynir dilimlerini, artık bayatlamış olan alman ekmeklerinin arasına koyarak yedik. Meyve sularımızı da tüketmemize az kalmıştı. Boş şişelerimizi çeşmeden akan soğuk su ile doldurduk. Turizm ofisine girerek elimizdekinden daha iyi bir haritaları olup olmadığına baktık. Detaylı bir incelemeden sonra elimizde iki külah dondurmayla dışarıya çıktık. Birkaç dakika sonra eğlence bitmiş, sıra işe gelmişti. Gölgede en güzel konuma sahip olan banklardan birine bisikletimi dayadım. Vites ayarını yapmak için arka aktarıcıyı detaylı olarak incelemeye koyuldum. Görünen o ki, H ve L olarak işaretli olan iki vidanın, viteslerin geçmemesiyle pek de ilgisi yoktu. Vites kolunun hemen önünde bulunan yivli mekanizmanın vites ayarında kullanılabileceğini düşündüm. Bu vida kadroyu baştan sona geçen vites telinin sıkılığını ayarlamakta kullanılıyordu. Banu bisikletin arkasını kaldırarak arka tekerin havada durmasını sağlıyordu. Bu sırada ben de bir elimle pedal çevirirken diğer elimle teli gevşetip sıkıyor ve vites değiştirerek yaptığım şeyin etkisini kestirmeye çalışıyordum. Sonunda telin gerginliğini, üst viteslerde zincirin rahat geçebileceği bir sıkılıkta ayarladım. Ancak bu sefer de düşük viteslerde teklemeye başlamıştı. Gölgede olmama karşın hava sıcaktı ve basit bir teknik sorunu çözemiyor oluşum da beni iyice bunaltmıştı. Viyana’da bir bisikletçi bulup yaptırmaya karar verdim ve bisikletimi tekrar yükledim. Aslında bulunduğumuz yere sürekli yeni bisikletçiler geliyordu. Bazılarının oldukça uzun yoldan geldiği her hallerinden belliydi. Birilerine sorabilirdim. Ama yapmadım.

Yüzülebilir bir gölün önünde

Tekrar yola çıkıp hızımızı aldığımızda biraz serinleyebilmiştik. Yine de canımız bir gün önceki gibi bir göl bulup biraz yüzmek istiyordu. Rehber kitap civarda birkaç yüzülebilir göl olduğunu belirtiyordu. Yol altımızda uzuyor, etrafımızda korular ve tarlalar birbiri ardına başlıyor ve bitiyorlardı.

Bisiklet üzerinde vakit geçirirken, hele düz bir yolda, dikkatinizi odaklamanıza çok gerek yoksa, zihniniz, zamanında düşünmek istediğiniz ama fırsat bulamadığınız derin konulara yoğunlaşıyor. En azından benimki öyle yapıyordu. Günün ilk saatlerinde işyerindeki projeleri düşünüyordum. Sonra sıra doktora tezime geliyordu. Sonra arkadaşlar, aile, ilişkiler derken sonunda konu dönüp dolaşıp “ya hiç geri dönmezsem, bu aklıma takılan nesneler bu durumdan nasıl etkilenir?” sorusuna takılıyordum. Bu soruyu defalarca cevapladım ama her seferinde aldığım yanıttan rahatsız olup aklımı dağıtmak için başka uğraşılara yönlenmeye çalıştım. Pedalımın hemen altına baktığımda küçük taşların, bitkilerin, toprağın, asfaltın sürekli ve büyük bir hızla hareket ettiğini izlemekten keyif aldığımı keşfetmem iyi oldu. Ne zaman zihnim beni karanlık köşelere çekse bunu yaptım ve işe yaradı.

Bu sabah yola çıktığımızdan beri 60km olmuştu. Grein kasabası ileride görünüyordu. Rehber kitapta, bu civarda üzüm bağları ve elma bahçeleri olduğundan bahsedildiğini hatırlıyordum. Grein civarında kafamı nereye çevirsem bağları görür olmuştum. Grein köprüsünden Güney’e geçmeyi düşünüyorduk ama akşam için yiyeceğimiz de kalmamıştı. Bu sebeple küçük bir Grein turu atmaya karar verdik. Bu sapmanın kısa süreceğini düşünüyorduk. Ne var ki Grein kasabasında açık bir market bile yoktu. Banu beni uyarmıştı ama sabahın köründe açık market bulabilmiş olmak bende boş bir güven hissi uyandırmıştı. Hala işin ciddiyetini kavrayamamış olduğumdan açık kafelerden sandviç almama kararı verdim. Günlük bir rituel haline getirdiğimiz üçer top dondurma yemeyi ise ihmal etmedik. Ucuza bisiklet aksesuarları satan birkaç dükkanı gezdik ve bisikletlere binip Tuna’nın Güney yakasına geçtik. Haritada 20 km sonra görünen Ybbs kasabası büyükçe bir yerleşim birimiydi. Burada yiyecek alabileceğimiz bir market olacağından kuşku duymuyordum. Ne var ki bu sorun sürekli aklımdaydı. Ayrıca Ybbs’te bir de kamp alanı vardı. Ertesi gün Viyana’ya varacağımızdan sabah bir duş almak iyi olabilirdi. Ybbbs’e varıp buradaki tüm marketlerin de kapalı olduğunu fark ettiğimizde canım iyice sıkılmaya başlamıştı. Banu’nun delici bakışlarından kaçmaya çalışıyordum. Konuyu kamp alanina getirdim. Özel bir işletmeye ait olan kamp alanı geniş, düz, çimlik bir alan ve tesis binasından oluşuyordu. Bu alanda karavandan çok çadır vardı. Duşlar tuvaletle bitişikti ve kimse buraya kimin girip çıktığına bakmıyordu. Burada duş alıp, yola devam edip açıkta geceleyebilirdik. Mutfaktan yükselen güzel kokulara kanıp burada da kalabilirdik. Her ikisini de yapmadık. Havanın kararmasına daha saatler vardı ve önümüzde çok sayıda kamp işletmesi olduğu işaretliydi. Bu işletmenin verdiği fiyat (12€) oldukça makuldü. Bundan sonrakilerin de düşük fiyatlar vereceğini varsaymak akla yatkındı. Devam ettik.

Karşı kıyıda bir şato

Günün 110. km’sini geçerken karşı kıyıda, dik yamaçlardaki üzüm bağlarının tepesinde Aggsbach şatosunun kalıntılarını gördük. Yıkıntılar civara bu kadar hakim bir noktaya kurulmuş olan, kim bilir kaç nesil boyunca birilerinin güç sembolü olmuş bir şatonun bile zamanın ürkütücü etkisine nasıl olup da yenik düştüğünü gözler önüne seriyordu. Kayısı bahçeleri arasından geçerken yüzyıllar boyu bu yollardan geçen gezginlerin Aggsbach şatosunu gördüklerinde neler hissettiklerini düşündüm.

Ybbs’ten beri iki kamp işletmesine fiyat sormuştuk ve verilen yüksek fiyat bilgisi bizi şaşırtmıştı. Üstelik hiçbirinin mutfağı açık değildi. Ben kalacak bir yer bulamama ihtimalimizi düşünüp telaşlanırken Banu asıl sıkıntımızın yatacak yer değil yiyecek bulmak olduğunu vurguladı. Aggsbach çıkışındaki kampinge vardığımızda saat 19:00 olmak üzereydi. Halihazırda 120 km yol yapmıştık, karnımız acıkmıştı. Bugünlük burada kalmak fikrinde anlaştık. Resepsiyona girdiğimizde saat 19:01 olmuştu. Resepsiyonda bir adam ve şişko bir kadın duruyordu. İkisi de İngilizce bilmiyorlardı ve başka şekilde iletişim kurma kaygısı da gütmüyorlardı. Tek istedikleri evlerine gitmekti. Kadın bir peçeteye yazdığı bir 21€ sayısını yüzüme doğru sallayarak sürekli aynı kelimeyi bağırıyordu. Bu kadın yolculuğumuz boyunca gördüğümüz en kaba Avusturya’lıydı. Burada da kalamayacağımız kesindi. Civardaki restoranları aramak üzere bisikletlere bindik. Öğleden beri iki kayısı ve üç top dondurmadan başka bir şey yememiştik. Ne var ki civardaki bütün restoranlar ya kapalıydı ya da menülerinde çok pahalı şaraplar ve peynir tabağından başka yiyecek bulunmayan tarzda mekanlardı.

Bisiklet bakım alanı

Artık iyice umutsuzluğa kapılmıştık. 30km kadar sonra Krems kentine varacaktık ve orada yiyecek bulma olasılığımız vardı. Bu arada yolda karşılaştığımız insanlara civarda restoran olup olmadığını soruyorduk. Birilerinin yanlış yönlendirmesiyle devasa bir inşaat alanından farksız olan Mauternbach kasabasına girdik. Asfalt yol çok bozuktu. Her yer eşelenmişti. Bir an için kendimizi Çankaya’da geziyormuş gibi hissettik. Bulduğumuz tüm restoranlar kapalıydı. Çakılla kaplı bir yolda yavaş yavaş ilerlerken karşıdan gelen bir çifte nereden yiyecek bulabileceğimizi sordum. Bana 1km ötede Mautern kasabasında bir festival olduğunu ve yiyecek bulabileceğimizi söylediğinde inanmakta zorlandık. Ancak bir defa umut ışığı yanmıştı. Pedallara yüklendik ve Mautern kasabasına doğru hızla ilerlemeye başladık. Mautern kasabası bitmek bilmeyen 1km (4km) sonra karşımıza çıktığında uzaktan gelen müzik sesini duymaya başladık ve kırılmak üzere olan umudumuz tekrar yenilendi. Mautern’de ne olduğunu hiç bilmediğimiz hiç de umursamadığımız bir kutlama yapılıyordu. Etraf tanımadığımız, dillerini bilmediğimiz bir kalabalıkla çevriliydi. Herkes güzel giysilerini giymişti. Sanırım en önemlisi etrafta yiyecek satan seyyar satıcılar ve açık restoranlar vardı. Seçenekler başımızı döndürmüştü. Bisikletleri kilitledikten sonra gezinip tüm opsiyonları değerlendirdik ve köşe başında seyyar bir ocak üzerinde yaptıkları bir çeşit kavurmada karar kıldık. Satıcı İngilizce bilmiyordu. Neyse ki kısa bir menü vardı. Önce birer sosisli sandviç aldık. Tam yiyecektik ki bunun ertesi sabah için daha uygun olacağına karar verdik. Tezgahın başına geri dönüp 3 ekmek arası kavurma istediğimde adamın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Adamı bir yanlışlık olmadığına ikna etmek için bir süre uğraştım. Bana ekmek arası yerine içleri iki tabağa eşit bölüştürebileceğini söyledi. En azından ben böyle söylediğine inanmak istiyordum. Kabul ettim. Hesaplarıma göre tanesi 3 küsür  € olan ekmek arası kavurmalardan üç tane aldığımdan 10€ gibi bir hesap ödeyecektim. Adam benden 20€ istediğinde şaşkınlık içinde göz açma sırası bana gelmişti. Ortada bir yanlış anlaşılma vardı. O kadar para ödemeye hiç niyetim olmamasına rağmen çok aç olduğumdan isteneni vermeye razıydım. Neyse ki adamlar da yanlış anlaşılma olduğunu düşündüler ve bizden sadece 10€ aldılar. Karton tabaklarımıza tepeleme doldurulmuş kavurmayı yanında bolca ekmek ile yedik. Sonunda karnımız doymuştu. Gün boyunca 140km yol pedallamıştık. Ertesi gün Pazartesi idi ve her yerde açık market bulacağımız kesindi. Festival alanında hava kararana kadar gezdik, dondurma yedik ve yerel içeceklerden tattık. Avusturyalı’ların Almdudler adlı bir çeşit baharatlı limonataları özellikle çok hoşumuza gitti.

Krems kasabası karşı kıyıda, 2km uzaklıktaydı. Kafa lambalarımızı gidon çantalarımızın önüne taktık, arka lambalarımızı da yaktık ve yavaşça Krems’e giden köprüye çıktık. Hemen Krems girişinde bir kamp alanı vardı. Bir çırpıda çadırımızı kurduk, eşyalarımızı bisikletlerden indirdik, ılık bir duş aldık. Öyle sanıyorum ki uyumamız bir dakika bile almadı.

Günün sürprizi: Sabah müthiş kamp alanında çektiğimiz kısa videomuz:

Ve işte günün istatistikleri ve Endomondo’dan GPS kayıtları:

Yol Değerleri
Tarih Günlük mesafe (km) Günlük Ortalama hız (km/saat) Günlük sürüş süresi (saat)
6 Temmuz 21,85 19,3 1:07
7 Temmuz 108,95 18,6 5:52
8 Temmuz 145,8 18,2 8:00
Kümülatif 276,6 18,4 14:59

One Response to Bir Tuna Macerası – III (Linz – Krems)