Sertan ve Serkan Girgin’in Koşarak Alpler projesini gördüğümüz an bizi bir heyecan bastı. İlk paylaşım sanırım kışındı. Takvime göre 22 Haziran hafta sonu Sertan Lavaredo Ultra Trail 120k koşusuna katılacağı için biz de o tarihte Cortina’ya ulaşmak üzere planlarımızı yaptık.
Maceramız, her ne kadar biz koşmasak da, Sertan ve Ömür’ü Cuma akşamı Cortina’da Lavaredo Ultra Trail koşusuna uğurlayarak başladı. Cumartesi günü koşucuları Serkan yaklaşık 65. Kmde Cimabanche’de karşılarken, biz de 100. Kmdeki Passo Giau noktasına gittik. Sonra da 15 kmlik bir koşu ile Cortina’ya geri döndük. Böylece ‘asıl’ etkinliğe başlamadan dağ havasına girdik.
Gün 1 – San Vito di Cadore’den doğuya başlangıç – 37 km 3000 m yükseklik kazanımı 12.5 saat
Serkan ve Sertan yarıştan önce rotada doğumuzdaki Moggio di Sotto yakınındaki Resiuta’ya kadar gittikleri için ilk hedefimiz Sarı Rota’yı doğuya doğru takip ederek Moggio’ya ulaşmaktı. Sertan ve Ömür Cumartesi gece 12’ye doğru yarış bitirdiği halde Pazar 11’de yola çıkmaya hazırdık. Ömür’ün arkamızdan döktüğü su ile günün ilk tırmanışına başladık: 1000 metreden 2120’ye 8 kmde saat 2 olmadan Forcella Piccola geçidine ulaşmıştık bile. Sonrasında 17 kmlik yayvan bir inişle 700 metrenin altına indiğimizde günün bize getireceklerinden haberimiz yoktu. Calalzo di Cadore’nin hemen kuzey doğusundaki Vallesella’da tek açık bulduğumuz barda tost takviyesi yapıp tekrar tırmanışa geçtik. Keyifli orman yollarından giderek akşam 8 civarında vardığımız 1300 metredeki Rifugio Padova karar noktasıydı. Keyfimiz ve gücümüz yerindeydi. 5 km ötedeki Giuliano Perugini bivakına varmak için 2300 metredeki Montanaia geçidinden geçmek çok zorlayıcı görünmedi. Hava şartları da uygundu. Dağ evine biraz uzaktan geçtiğimiz için kimseyi görmeden kararlı şekilde yolumuza devam ettik, başımıza gelecekleri bilmeden!
2000 metre civarında eğim çok dikleşmesine, sürekli kayan taşlar ya da boulder’lar arasından ilerlememiz gerekmesine rağmen çok kötü değildi. Bir noktada vadinin sağ yanındaki kaya hattına ulaştık. Kayalar ufalanmadıkları zaman geçitten inen dimdik vadide güven veriyorlardı. Artık hava da kararmış ve soğumuştu. GPSten sürekli geçidin ne kadar kaldığına bakıyorduk, 50 metre belki daha az yakınımızda ama biz oraya varamıyoruz!
Bir süre sonra başka bir engelle karşılaştık – sert ve yüksek kar hattı! Kar bırakmak istemediğimiz kaya hattının önünde bir insanın sığamayacağı darlıkta bir açıklık bırakarak boyumuzdan yukarı çıkıyordu. Önden giden Serkan çözüm denemesi olarak batonla karı delmeye başladı, herhalde ancak 5 dakikada 1 cm civarı bir açıklık yapabilirdik! Bütün gece bu işi değişimli yaparak sıcak kalmayı ve sonunda bir geçit açmayı başarabileceğimizi planladık. Sonra geri dönmeyi değerlendirdik. Geçidi aştıktan sonra diğer tarafta koşulların ne olacağı da belli değildi. Kayalardaki yol işaretleri doğru yerde olduğumuzu onaylıyordu ama kar hatlarının temizliğinden bu sezon bu geçitten kimsenin geçmediği kesindi. Ancak bu kadar teknik bir hattan gece geri inmek de ayrı bir tehlike. Biz kuzey yüzünde olduğumuz için geçidi aşabilirsek güney yüzün daha iyi durumda olması da yüksek ihtimal.
Sonunda cesaretimizi toplayıp kar-kaya arasında trekking ekipmanımızla oldukça teknik sayılacak bir baca tırmanışı ile kayanın üst hattına çıktık, dimdik vadiden her an aşağı kayıp gidebileceğimiz hissiyle geri aşağı indik. Bu geçişlerden birkaç tane daha yaptıktan sonra Serkan önden gidip yukarıdan ışık tutarak geçide neredeyse vardığımız müjdesini verdi! Son bir macera olarak sağ kayalıkları bırakıp kayan taşlardan sol kayalara ulaşmaya çalışırken tutunmayı hedeflediğim dev kayanın kaymaya başlamasıyla yüreğim ağzıma geldi! Sonunda geçide varıp artık bu gecelik daha fazla macera yaşamamak için güney yüzünde bol kayalı, dikkat gerektiren, ama artık bizi korkutmayan patikadan işaretleri adım adım takip ederek indik. İçinde bulunduğumuz dağlarla çevrili çanaktaki kutu gibi bivağı görmek müthiş bir heyecan ve rahatlamaydı! Gece ancak birde o an bizim için bir otelden kat kat konforlu bu kutucukta uyumaya geçtik. Çevrenin ihtişamının ancak sabah farkına varacaktık.
Bivak Guiliano’dan Ovaro yakınında çiftlik evine – 44 km 3000 m yükseklik kazanımı 16 saat
Sabah kalkıp dışarı çıktığımızda içinde bulunduğumuz sisler içindeki dağlarla çevrili vadiden büyülenip kaldık. Sağa sola bak, fotoğraf çek derken 7.30da ancak yola çıkabildik. Önceki gece macerasını atlatmış olmanın verdiği mutlulukla kimse kayalık dere vadisinden sadece 3 km’de yaptığımız 900 metrelik inişten bile şikayet etmiyordu. 2.5 km sonra vardığımız Pordenone dağ evinin sahibinin şaşkınlığı geçitten bu sezon gelen ilk kişiler olduğumuzu onayladı. 6 km sonra 2060 metredeki keyifli ve yeşil Passo del Mus’tan geçiş yaptıktan sonra tam yol tekrar aşağı! Bir 6 km’lik yoldan sonra 800 metrelere inerek bir kayak merkezi olan Forni di Sopra şehrine ulaştık. Bu sürekli 2000 üstü çıkışlardan sonra çok aşağılara inişlerin doğuya doğru rotamızın karakteri olduğunu sonradan (diz ağrılarımızla) anlayacaktık!
Şehirde saat 13.30’da oturduğumuz pizzacıdan karnımızı tıka basa doldurup, tuvaletinde temel temizliklerimizi yapıp, yanımıza yedek pizza yaptırıp, restoranın sahiplerinden rotamızın ilerleyen kısımlarında kalabileceğimiz yerler hakkında bilgi de alarak 15:00’da çıktık. Rotamız bizi tekrar 2000 metrelere çıkardıktan sonra en fazla 1700’lere indirerek bu bölgede bir takım”Casera” denen evlerden geçiriyordu. Restoran sahipleri de bunlardan birkaçının ismini vererek buralarda kalabileceğimizi söylemişti. Yolumuzda önce dağın eşyükselti izleyen kısmında ilerlerken avcılarla karşılaştık. Sonra not aldığımız evlerden geçtik ama boş ve kapalılardı. Biz de güneş batarken varacağımızı tahmin ettiğimiz sonuncusunu gözümüze kestirdik. Gerçekten tam 21:30’da ve 36. Km’de patikadan yola bağlandık ve Casera Pieltinis’e vardık. Önümüzdeki iri binayı kontrol için Deniz emin adımlarla önden gittiğinde çok sayıda köpek sesi eşliğinde siyah bir köpek aniden Deniz’e doğru saldırdı! Deniz, hayvanlarla olan sıkı ilişkileri ve tecrübesi sayesinde, sakin şekilde normalde çok tehlikeli olabilecek bekçi köpeğini durdurdu ve yavaşça yoldan aşağı, yanımıza geldi. Yüreğimiz ağzımıza gelmişti tabi ki. Bugün stressiz bir kalacak yer bulma umudumuz kursağımızda, paşa paşa yolumuza devam ettik.
Zaten bu akşamı stressiz kapatacağımızı düşünmek bir hataydı. Soğuyan hava, belirsizlik ve açlıkla yürüyüşümüze devam ettik. Başka “casera”ların önünden geçtikçe iyice anlıyorduk ki bu binalar aslında hayvan yetiştirme yerleri. Sahipleri akşam vakti köpekleri çoğunlukla açıkta bırakıp gitmişlerdi. Bazısının önünden geçmemek için zigzaglar yapan yolları kesmemiz gerekti. Herkeste bir sessizlik vardı. Sonunda 44. kmde gece 12’ye doğru yine bir hayvan çiftliğinin önünden geçerken, bu binanın yola bakan tarafındaki küçük bina bölümünün kapısını denemeye karar verdik. Köpekler varsa da yapının içe bakan kısmında, uzakta olacak gibi görünüyordu. Kapının telle tutturulmuş zincirini açıp muhtemelen mevsimlik işçilerin kaldığı, kırık tel karyolarla dolu, aşağı doğru hayvan ürünlerinin işlendiği alana doğru dev bir merdivenin gittiği bir odada bulduk kendimizi. Evet dünyanın en temiz ve konforlu yeri gibi durmuyordu ama seçici olmak gibi bir lüksümüz de yoktu. Hızlıca birşeyler yiyip, üstüne kıvrılacak çok kırık olmayan birer karyola ayarlayıp uykuya geçtik.
Gün 3 – Çiftlik evinden Tolmezzo kenti – 46 km 2km yükseklik kazanımı toplam 14 saat
Çiftlik evi üstte tahta çatı ve aşağı doğru giden merdivenden gelen havayla gece buz gibiydi. Daha uykulu olmamıza rağmen kimse uyanmakta pek zorluk çekmedi. Birşeyler yiyip 6.30’da dışarıda parlayan güneşin bizi ısıtması umuduyla yürüyüşe geçmiştik bile. Hafif hafif inip çıkan dağ yollarında biraz sonra durup üzerimizi çıkardık. 3. km’den sonra 1800 metreden 11 km’lik sert bir inişle 500 metrenin altındaki Ovaro kentine vardık. Elimizdeki nerdeyse bütün yiyecekler tükenmişti ve kurt gibi açtık. Saat 10’a geliyordu, sonunda İtalya’da öğle vaktine takılmadan marketleri açık bulma şansımız vardı! Bu heyecanla ilk markete girip 4 kişi elimizde 4 büyük torba ile çıktık. Gelen geçenin bakışlarını umursamadan köşe başındaki merdivene oturup o 4 büyük torbada ne varsa hepsini yedik!
Yediğimiz şeyler o kadar fazla, alakasız ve çeşitliydi ki şu an saymak bile istemiyorum. Midemi bozacağımdan emindim ama o yemekle hayata döndüm. Kahve ve erzak depolama için bir market alışverişi daha yaptıktan sonra yola çıktığımızda yenilenmiştim. Uykusuzluk yorgunluk tamamen kaybolmuş gibiydi. Bu enerjiyle 1850 metredeki yemyeşil yaylalardan geçip ulaştığımız günün 22. km’sindeki Arvenis geçidinden geçmek zor olmadı. Bu sırada öğleden sonra 3 olmuştu. Yine 11 km’de 500 metrelere inip akşam 6 civarı Sezza kentinden sonra güneye ilerlemeye başladık. Buradan sonra önümüzdeki büyük kent Tolmezzo’ya ulaşmak rahat bir yoldu. Ancak Tolmezzo’dan sonra daha da zorlayıp doğuya doğru olan etabımızı bitirmek için varmamız gereken Moggio’ya ulaşmamız, ya da buraya yaklaşmamız pek mümkün gözükmüyordu. En azından Deniz’le bana. Üç günlük yorgunluk ve uykusuzluktan sonra Girgin kardeşlerle aramızdaki dayanıklılık farkı ortaya çıkmıştı herhalde. Biz Tolmezzo’da kalacak yer bulalım, onlar Moggıo’ya ilerlesin diye önerdik. Ama bunca yolu beraber katettikten sonra ayrılmak da hiç hoş değildi. Bir şekil Serkan ile Sertan’ı kandırdık sanıyorum, kendimizi Tolmezzo’da 4 kişilik bir oda ayarlarken bulduk ☺.
Bu akşam için herşey çok yolunda gidiyor gibi görünüyor olabilir, ama tabi ki gün macerasız bitemezdi! Şehre yaklaşık 5 km kala, Tolmezzo’ya ulaşmak için geçmemiz gereken dev nehirden önce süpermarketin kapanmasına çok az zaman kaldığını farkettik. Ertesi gün zamanında çıkabilmek ve tabi bugün bol bol beslenebilmek için markete ulaşmamız kritikti! Saatlerce dağlarda gittiğimiz halimizle ve sırtımızdaki (oldukça hafif olsa da ihtiyacımız olan her şeyi içeren) çantalarla sprint atmak doğrusu oldukça acılı idi. Akşam tam 8’da ter içinde markete ulaştığımızda hepimiz halimize gülüyorduk. Ama başarmıştık ve elimizde sayısız torbayla çıkmamız için markette 40 dakkamız vardı (kapanış saati yarım saat ileri alınmış)! Tam rota üzerindeki otelimize vardıktan sonra duş ve yatakta yatmanın nasıl hissettirdiğini anlatamayacağım bile… zaten aslında kendim de pek hissedemedim çünkü uyuyakalmışım.
Gün 4 – Tolmezzo’dan en doğu noktamız Moggio – 36 km 2.6 km yükseklik kazanımı 12 saat
Sabah 5’te uyandığımızda Deniz’le planımız beraber kahvaltı edip Serkan ve Sertan’ı uğurlamak, sonra onlar rotaya devam ederken tembellik edip sonrasında batıya doğru devam etmek üzere tekrar gideceğimiz San Vito’ya tren bulmaktı. Biraz uyanıp kendimize geldikten sonra Deniz’le göz göze geldik. Konuşmadan kafamızda aynı soruların, hoşnutsuzluğun, sonradan yaşayacağımız pişmanlığın olduğunu biliyorduk. Biraz sessizlikten sonra ikimiz birden “Hadi!” dedik, “Çabuk olalım da çıkışımızı daha da geciktirmeyelim.”. Bugünün hedefi sadece Moggio’ya ulaşmak ve bir an önce trene binmekti. O anki bilgilerimize göre görece kolay bir rota olmalıydı ancak açıklamalardaki mesafe ve süre önerilerindeki tutarsızlıklar soru işareti yaratıyordu.
5 km ötedeki bir sonraki kent Illegio’ya kayalar arasından geçen asfalt yoldan tam bir saatte ulaştık. Sonrasında bir 10 km daha hafif çıkıp inen dağ yollarından rahatça ilerledik. 800 metredeyken 5 km daha ilerleyip 1800 metredeki Mezzodi zirvesinin hemen altından geçmek, 2.5 km içinde zikzaklarla 300 metre inip sonra 1700 metredeki Nuviernulis geçidini aşmak da oldukça keyifliydi. Saat 14:00 olmuştu. Bugünün sonlarına yaklaştığımız beklentisi içindeyken geçidin diğer tarafında gördüğümüz sonsuzluğa kadar giden orman ve kanyon yolu manzarası pek de iç açıcı değildi.
Sık bitkilerle kaplı döne döne inen dağ yolu kısa zamanda büyük bir nehir yatağına bağlandı ve kanyona dönüştü. Sonrasında kilometrelerce kanyon yolu saatler boyu dağ rotalarında hiçbir şeyi hafife almamamız gerektiğini gösterip durdu. Sonunda 11 km ve 4 saat sonra Moggessa di La’ya varabildiğimizde planlarımıza göre çok gecikmiştik ama görevlilerin yılan tehlikesine karşı uyardığı son bir kanyon kısmından devam edip Moggio’ya ulaşmaktan başka şansımız yoktu. Bunu başarabildiğimizde saat 19:30 olmuştu ve trene binmek için sevimsiz bir 5 km’lik asfalttan gitmemiz gereken Carnia şehrine otobüsler bitmişti. Parka çocuğunu götüren genç bir kadından bu bilgiyi aldıktan sonra kaderimize razı olup yürümeye devam ettik. Aşağıya doğru giderken bir süre sonra arkadan bir araba gelip yanımızda durdu. Parktaki kadın bizi tren istasyonuna bırakmak için arabasını alıp gelmişti! ! Hemen teşekkür edip arabaya doluştuk. Yolda Türkiye’den geldiğimizi öğrenince “Yarım Tavuk” dedi. Yarım tavuk? Meğer Carnia’ya yakın Resiutta’da bir tavuk restoranında çalışıyormuş. Otobandan çıkan Türk TIR şoförleri sıkça gelip, yarım kızarmış tavuk istediklerinden öğrendiği ilk Türkçe kelimeler “Yarım Tavuk” olmuş. Carnia tren istasyonuna vardıktan sonra hızlı bir planlamayla trenle ilk varacağımız büyük kent Udine’de kalacak yer ayarlayıp son trene atladık. Otel yanında açık bulduğumuz döneri yerken beklenmedik rotaya rağmen bugün epey iyi geçmiş göründü gözümüze. İki gün arka arkaya duş alıp yatakta yatmanın keyfini çıkardık!
Ertesi gün tren ve otobüslerle San Vito di Cadore’ye geri dönüp batıya doğru yola çıkma vakti geldi. Maceranın bu kısmı da yazının ikinci bölümünde, yani burada. İyi okumalar!