Alplerde Koşmak – Girgin Kardeşlerle Moggio – Bolzano arasında 7 gün 280km bir macera: Bölüm 2

Tüm etkinliğin bir özeti

Sertan ve Serkan Girgin’le Koşarak Alpler projesine  San Vito di Cadore’den başlayıp 4 gün içinde Moggio di Sotto’ya varışımızla biten ilk bölümün yazısı burada.

Bu kısımda etkinliğin geri kalan kısmına, San Vito di Cadore’ye dönüp batıya doğru Bolzano’ya kadar ulaşma kısmıyla devam ediyoruz.

Gün 5 – San Vito di Cadore’den batıya Marmolada dağları – 45 km 3.3 km yükseklik kazanımı 14 saat

Gün 5 Özeti

Artık tanıdığımız bir kent olan San Vito’ya dönmek için birkaç tren ve otobüs yolculuğu yapmamız gerekti. Sonrasında market alışverişi ve öğle yemeğini de tamamlayıp bugüne ancak 12:30’da başlayabildik. Ancak vücudum sanki bambaşkaydı! Hem otelde kalmış, bol yemiş, hem de yolculuklarda uzun uzun dinlenmiştik. Sanırım 4 günlük zorlamadan sonra vücudum kısa zamanda nasıl yenileneceğini çözmüştü. En büyük acı kaynağı kocaman şişip sızlayan ayaklarım ve dizlerimin iç tarafındaki kaslar epey rahatlamış gibiydi. Sadece ben değil herkes benzer hislerdeydi. Kendimizi iyi hissedince bu gün ilerleyen saatlere kadar mümkün olduğunca ilerlemeye karar verdik.

Yükseklerde bir çoban barınağı

10 km ve 2.5 saatte 900+ metreden 1977 metredeki Forada geçidine ulaştık. Artık rotanın bu kısmında doğuya gittiğimiz bölümlerden farklı olarak çok aşağılara inmeden bir inip bir çıkarak sık sık 2400’e varan geçitlerden geçiyorduk. Bu bölge yine farklı olarak daha kalabalık, daha sık kullanılan daha temiz ve net patikalar ve çok daha fazla dağ evi içeriyordu. 2277 metrede Ambrizzola geçidinden günün 15. km’sinde, 2370 metredeki Giau geçidinden de 3 km sonra, 17:30 civarı geçtik. Buralar Lavaredo koşusundan tanıdığımız bölgelerdi. Bu geçit özellikle koşu sırasında da çok rüzgarlıydı. Saat çok geç olmamasına rağmen hepimiz üşüdük. 23. km’de 2000 metre yüksekliğe indiğimizde araziye girmeden son dağ evi Fedare’de bir saatlik mola ve birer tabak spagetti takviyesiyle ısınıp tekrar yola hazır hale geldik.

Bu inekler belki fazla insan görmediklerinden olsa gerek, bize çok ilgi gösterdiler

10 km ve 2.5 saatte 900+ metreden 1977 metredeki Forada geçidine ulaştık. Artık rotanın bu kısmında doğuya gittiğimiz bölümlerden farklı olarak çok aşağılara inmeden bir inip bir çıkarak sık sık 2400’e varan geçitlerden geçiyorduk. Bu bölge yine farklı olarak daha kalabalık, daha sık kullanılan daha temiz ve net patikalar ve çok daha fazla dağ evi içeriyordu. 2277 metrede Ambrizzola geçidinden günün 15. km’sinde, 2370 metredeki Giau geçidinden de 3 km sonra, 17:30 civarı geçtik. Buralar Lavaredo koşusundan tanıdığımız bölgelerdi. Bu geçit özellikle koşu sırasında da çok rüzgarlıydı. Saat çok geç olmamasına rağmen hepimiz üşüdük. 23. km’de 2000 metre yüksekliğe indiğimizde araziye girmeden son dağ evi Fedare’de bir saatlik mola ve birer tabak spagetti takviyesiyle ısınıp tekrar yola hazır hale geldik.

Passo Giau civarı

Karanlık basmadan karşımıza çıkan kayalarla bütünleşmiş sürpriz kale

Tekrar yola çıktığımızda akşam 8 olmuştu. Çeşitli çıkış inişlerden sonra 37. km’de Pieve şehri civarında uzun zamandır gürül gürül sesini duyduğumuz nehirden geçmek için 1200 metrelere inmemiz gerekti. Gece 23:30’da bu görece büyük şehirde hala aktif insanlar vardı ve bu saatte bu kılığımızla oldukça komiktik. Kendimizi hala iyi hissediyorduk ve önümüzdeki çıkışlardan endişe etmeden yola devam ettik.

1500 metrelere doğru geri çıkarken Sotil, Roncat gibi tuhaf isimli, orman içinde terkedilmiş gibi görünen kendileri de tuhaf köylerden geçiyorduk. Gece yarısında, günün yaklaşık 40. km’sinde 1500 metrelerdeki son dere inişi ile köyleri de arkamızda bıraktık. Artık önümüzdeki yol bizi sert çıkışlarla doğrudan meşhur Marmolada dağlarının teleferiklerine götürüyordu.

Gece harita – gps çalışmaları

Saat 02:30 olmadan bizi 2100 metreye çıkaran yokuşun sonunda karşımızda Mesola kayak hattının binasını bulduk. Hala keyfimiz yerindeydi ve ilerlemek istiyorduk. Serkan ihtiyaçtan çok meraktan binanın alt kat kapı kolunu yokladı. Açılmayınca sanki kendisi koymuş gibi yandaki camın pervazında duran anahtarı alıp kapıyı açtı! İçerde suyu akan bir tuvalet ve kayak malzemeleri (örneğin jet ski) konmuş sıcacık geniş bir oda vardı. Kolaylıkla elektriği de bulduk. Dahası duvara teleferiğin sonunda çarpmayı önlemek için kullanılan dev matlar olan “crashpad”ler dayanmıştı! Tamam, özellikle dinlenmeye ihtiyacımız yoktu ama bu kadarı da gecenin üçünde direnmek için biraz fazlaydı doğrusu! Matları yere yatırıp Marmolada dağlarının ortasında bu lüksün tadını çıkararak kısa ama rahat bir uykuya daldık…

İmkanları en üst seviyede kayak tesisi odamız

Gün 6 – Marmolada dağlarından Alpe di Tires dağ evi – 55 km 3.8km yükseklik kazanımı 21 saat

Gün 6 Özeti

Bu konforlu mekanın bizim için ne kadar büyük nimet olduğunu ve buradaki dinlenmeye ne kadar ihtiyacımız olduğunu ancak önümüzdeki uzun günü yaşayınca anlayacaktık. Uyandığımızda ve saat 7’de Marmolada dağlarında yola çıktığımızda Cuma sabahtı. Ana hedefimiz Cumartesi gün içinde Bolzano’ya ulaşabilmekti. Yani önümüzde tüm bir Cuma günü ve kısmen Cumartesi günü vardı.

Marmolada dağları arasındaki kayak tesisi odamızdan ayrılıyoruz

Önceden beri hedefimize ne kadar yaklaştığımızı tespit etmek için “pafta hesabı” yapıyorduk. Kabaca her gün elimizdeki harita paftalarından en az birini doğudan batıya katedebildiğimizi gözlemledik. Buna göre elimizde kalan 1.5 pafta harita 1 gün için ideal bir zamanlamaydı. Ama tecrübemizden beklenmeyecek bir hatamız vardı. Sıradaki paftada mesafeyi çok çok artıran bir batı-doğu yönünde “S”, bir de güney-kuzey yönünde “U” yapan rotaları dikkate almamıştık. Bu da demekti ki bugün planlarımızdan çok daha fazla yol almamız gerekliydi.

Marmolada dağları tepesinde göz alıcı göl

7’de yola çıktığımızda meşhur Marmolada dağlarında bizden başka kimse yoktu. Boş alanda 1 Temmuz’da yapılacağını öğrendiğimiz 21 kmlik Marmolada Historic Trail koşusunun işaretlerini takip etmek – sanki yarıştaymışız gibi- garip bir histi. Kayak hatlarıyla çevrili dağların tepesindeki bu düzlük alanda tüm marmotlar bizim gelişimizle uyarı haline geçmişti. Bir bir köşelerde ayağa kalkıp tüm vadiyi çığlıklarıyla inletiyorlardı. Dağ ve göl manzaralarının tadını çıkara çıkara gittik. Teleferik hatları bittikten sonra asfaltla kesiştiğimiz noktadaki dağ evinde birer kahve içip görece çok çıkışı olmayan yolumuzdan batıya devam ettik. 150 metre kadar çıkıp Baita Fredarola’ya geldikten sonra doğuya döndüğümüzde (S harfinin ara kısmı) büyük baraj gölü Lago di Fedaia’a ulaşana kadar bu kısım tüm seyahatimizde karşılaştığımızdan kat kat daha çok insanı gördüğümüz bölüm olacaktı. Eşyükselti izleyen yol boyunca karşımızda üç binlerin üzerinde birçok zirvenin manzarasıyla ilerliyorduk. Bir süre sonra bunlara masmavi göl de eklendi. Bu yolun bu kadar popüler olması şaşırtıcı değil. 11:30’da neredeyse 2000’lere indiğimizde Fedaia gölünde sayısız motorcu kalabalığı ve büyük dağ evleri ve restaurantlar ile iyice alışık olmadığımız bir ortama girdik. Bize düşen bir an önce bir şeyler atıştırıp tekrar yola çıkmak ve batıya doğru S’nin son kuyruğunu tamamlamaktı.

Fedaia gölüne yürüyüş Marmolada dağlarında en popüler rotalardan

Fontanazzo kentine inen yol önümüzde kıvrılıyor

Batıya doğru 1500 metreye indikten sonra güneye giden U şekli bizi tekrar 2500 metrelere kadar çıkardı, sonrasında sert bir şekilde, günün 40. km’sinde 1400 metrenin altına, Fontanazzo kentine indirdi. Saat bu arada 19:30 olmuştu. Kente girmeden nehir kenarındaki park alanını görünce hemen durduk. Kısa bir planlama ile burada – önümüzdeki uzun geceyi geçeceğimiz en yüksek yerler olan 2700 üstü geçişleri karşılamak üzere – biraz dinlenmeye karar verdik. Hemen banklara yayıldık. Hava epey iyiydi ama sivrisinekler pek rahat verecek gibi değildi. Yine de ben burda 1.5 saatten uzun bir uyku çektim. Sonrasında kalkıp hemen şehirdeki pizzacıya attık kendimizi. Koskoca İtalyan pizzalarını yiyip hazırlandığımızda gece 10:40’tı. Önümüzde 2500 metrelerin üzerinde geçireceğimiz bir gece vardı.

Başka insanların da kareye girdiği tek fotoğrafımız!

Şansımıza gece ılık ve rüzgarsızdı. Şehirden çıkar çıkmaz 3 km içinde 600 metreden fazla yükseldik bile. Ama nasıl bir yükselmek! Bazı yürüyüş yollarına herhalde orman araçlarının geçebilmesi ve yolun erozyonla gitmemesi için beton dökmüşler. Öyle dikler ki insan bazen duramayıp yuvarlanacağından çekiniyor. Sonrasında 2500 metreye yükselip şehirden itibaren 7. km’de Rifugio Antermoia’ya varıyoruz. Sonra geçitlerle dolu akşamımızın ilk ve en yüksek geçidi Antermoia’ya yavaş ve emin adımlarla 3 km daha giderek ulaşıyoruz, ve 2770 metredeyiz. Sonra 2600’lara inip sayısız geçitten geçtik. Artık zorlu kısımların biteceğini tahmin ediyorduk, ama bazen kar geçişleri, bazen dimdik hareketli kayalar karşımıza çıkıp duruyordu. Tekrar 2600’a çıkıp Principe geçidini geçtik. Sonrasında hızlıca 2400 metrelere indiğimizde en yüksek noktadan beri ancak 2.5 km geçmişti. Artık emindik ki inişe geçmiştik ve yakında rahat yollara girecektik. Tam bu sırada gece karanlığında çok ilerlerde ve çok yüksekte, ancak silüet halinde gördüğümüz dağ kütlelerinin arasında küçük ışıklar gördük. “Aaa”, dedik heyecanla, “Tırmanışçılar dağda!”.

Sırt rotasını takip etmek oldukça kolay

Fontanazzo parkta dinlenme. Gördükleriniz eşya yığınları değil, insan!

Sonra o ışıklar bize, biz onlara yaklaştık yavaş yavaş. Meğer onlar zigzaglı yollarla bile ancak 800 metre ilerimizde ve 200 metre yükseğimizde bulunan ve gittiğimiz yönden gelen iki yürüyüşçüymüş. Karşılaşmamızdan sonra laflayıp kaçınılmaz şekilde biz de onların indiği patikaları ağır ağır tırmanıp 2600 metredeki Molignon geçidine ulaştık. Bir süre sonra tam ağzımı açıp “Artık galiba teknik kısımları atlattık!” demiştim ki, zincirlerle desteklenmiş kayalık iniş bölümleri başladı.

Sabah 4’e yaklaşmıştı. İlk dağ evi Rifugio Alpe di Tires sığınma noktamızdı. İçeri girebilirsek gün ağarana kadar burada beklemeye karar verdik. Dağ evi gördüğümüz en modern ve temiz mekanlardan çıktı. Kapısı açık ve giriş alanı halı kaplıydı. Kendimizi yere atıp uyuklamadan önce kapıdaki termometreye göz attık: 2 derece! Hepimiz tişört üzerine dış katman yağmurluk, altımızda tayt ile duruyorduk. Demek bu kadar ısınacak kadar efor sarf etmiştik!

Dağda sabah olmak üzere (photo credit: Serkan Girgin)

Gün 7 – Alpe di Tires dağ evinden Bolzano – 18 km 550m yükseklik kazanımı 2k+ iniş

Gün 7 Özet

Saat 5’te havanın aydınlanmasıyla birlikte biz de çıkmaya hazırdık. İlk hedef 5 km ötedeki Bolzano dağ evi! Yolda Dolomitler ve tüm geçtiğimiz o koca koca dağ kütleleri doğan güneşle sırayla kızıl kızıl yanıyorlar. 7:10’da dağ evine varıyoruz. Burası belli ki aşırı popüler bir yer. İçerisi insan dolu. Biz Deniz’le biraz oyalanma havasındayız. Kahvenin yanında omlet yemek istiyoruz. Bu arada Sertan ve Serkan hadi biz önden yavaş inmeye başlayalım derken biz ancak 8’e doğru çıkıyoruz.

Alpe di Tires dağ evini arkamıza alıp Bolzano dağ evine doğru ilerliyoruz

Dolomitlere güneş doğuyor

Sonrası Bolzano’nun doğusundaki Dolomitlerden sonsuz gibi gelen bir iniş. Öncelikle 1900 metrelere bir dere yatağına varıyoruz. 3 km süren bu inişte Serkan ile Sertan’ı ancak yakalayıp tekrar bir araya geliyoruz. Patikadaki işaretler bize hedeflediğimiz yeri göstermese de GPSteki izi takip ediyoruz. Geçmemiz gereken bir kanyonda sel olmuş ve zaten teknik bir yerde bütün tutamak zincirleri sökülüp gitmiş. Anlaşılan ondan işaret yok. Sonunda 11. kmde stabilize yola çıkıyoruz ve düzenli ama makul şekilde iniyoruz. 18. km’ye geldiğimizde rakım da 900 metre. Artık Bolzano çanağına girdik ve hava cayır cayır yanmaya başladı. Bana öyle geliyor ki bir fırının içindeyim ve alevler sürekli bana doğru geliyor. Bir otobüs durağına oturup plan yapmaya çalışıyoruz. Ben bu sıcakta asfalt yoldan gitmenin anlamı olmadığını düşünüp otobüse binmek istiyorum, ama bilgilere göre otobüs bu saatten sonra yok! Diğerleri ise devam etmek istiyorlar. O arada otobüs geldi ve Deniz’le ben atladık. Sertan ve Serkan ise son 7 km’yi yürüyerek Bolzano’ya ulaşmak üzere devam ettiler, el sallaştık. İşte bu büyük macera böyle hızlıca bitiverdi.

Bu coğrafyada her renk bir arada

Sandık ki rotanın sonunda teknik kısımlar bitecek, yanılmışız. (photo credit: Serkan Girgin)

Sayılarla özet 280 km, 18000 metre tırmanış, 7 gün saatlerce hareket. Bu sayılarla ifade edemediğimiz ise geçtiğimiz onca güzel orman, dağ yolu, birbirinden bambaşka özelliklerde patikalarda tecrübeler, ve dört kişi uyumlu şekilde zorlukların üstesinden gelip rotanın keyfini hep beraber çıkarmak! Serkan ve Sertan’a bize bu özel deneyimi yaşattıkları için çok teşekkür ediyoruz. Bu tecrübenin somut bir çıktısı olarak iki hafta geçmeden katıldığımız Romanya’daki Marathon 8500 yarışındaki (110k 8500+ tırmanış) başarımızı görüyoruz. Bu yarıştaki karma kategorı birinciliğimizi aklımıza tüm bu etkinlikleri sokan Sertan ve Serkan’a armağan ediyoruz! Onun da raporu sayfamızda!

Altıncı günde ekibimiz. Yorgun ama gülen yüzler

Categories: Haberler | Comments Off on Alplerde Koşmak – Girgin Kardeşlerle Moggio – Bolzano arasında 7 gün 280km bir macera: Bölüm 2

Alplerde Koşmak – Girgin Kardeşlerle Moggio – Bolzano arasında 7 gün 280km bir macera: Bölüm 1

Tüm etkinliğin bir özeti

Sertan ve Serkan Girgin’in Koşarak Alpler projesini gördüğümüz an bizi bir heyecan bastı. İlk paylaşım sanırım kışındı. Takvime göre 22 Haziran hafta sonu Sertan Lavaredo Ultra Trail 120k koşusuna katılacağı için biz de o tarihte Cortina’ya ulaşmak üzere planlarımızı yaptık.

Via Alpina rotalarının genel bir görüntüsü. Bu etkinlikte sarı rotayı takip ediyoruz.

 

Maceramız, her ne kadar biz koşmasak da, Sertan ve Ömür’ü Cuma akşamı Cortina’da Lavaredo Ultra Trail koşusuna uğurlayarak başladı. Cumartesi günü koşucuları Serkan yaklaşık 65. Kmde Cimabanche’de karşılarken, biz de 100. Kmdeki Passo Giau noktasına gittik. Sonra da 15 kmlik bir koşu ile Cortina’ya geri döndük. Böylece ‘asıl’ etkinliğe başlamadan dağ havasına girdik.

Passo Giau’da Lavaredo Ultra koşucularını beklerken eğleniyoruz

Gün 1 – San Vito di Cadore’den doğuya başlangıç – 37 km 3000 m yükseklik kazanımı 12.5 saat

Gün 1 Özeti

Serkan ve Sertan yarıştan önce rotada doğumuzdaki Moggio di Sotto yakınındaki Resiuta’ya kadar gittikleri için ilk hedefimiz Sarı Rota’yı doğuya doğru takip ederek Moggio’ya ulaşmaktı. Sertan ve Ömür Cumartesi gece 12’ye doğru yarış bitirdiği halde Pazar 11’de yola çıkmaya hazırdık. Ömür’ün arkamızdan döktüğü su  ile günün ilk tırmanışına başladık: 1000 metreden 2120’ye 8 kmde saat 2 olmadan Forcella Piccola geçidine ulaşmıştık bile. Sonrasında 17 kmlik yayvan bir inişle 700 metrenin altına indiğimizde günün bize getireceklerinden haberimiz yoktu. Calalzo di Cadore’nin hemen kuzey doğusundaki Vallesella’da tek açık bulduğumuz barda tost takviyesi yapıp tekrar tırmanışa geçtik. Keyifli orman yollarından giderek akşam 8 civarında vardığımız 1300 metredeki Rifugio Padova karar noktasıydı. Keyfimiz ve gücümüz yerindeydi. 5 km ötedeki Giuliano Perugini bivakına varmak için 2300 metredeki Montanaia geçidinden geçmek çok zorlayıcı görünmedi. Hava şartları da uygundu. Dağ evine biraz uzaktan geçtiğimiz için kimseyi görmeden kararlı şekilde yolumuza devam ettik, başımıza gelecekleri bilmeden!

Yoldan manzaralar

Yolumuzun üstündeki ilk dağ evimiz

 

Yolda yeni arkadaşlar ediniyoruz (photo credit: Serkan Girgin)

2000 metre civarında eğim çok dikleşmesine, sürekli kayan taşlar ya da boulder’lar arasından ilerlememiz gerekmesine rağmen çok kötü değildi. Bir noktada vadinin sağ yanındaki kaya hattına ulaştık. Kayalar ufalanmadıkları zaman geçitten inen dimdik vadide güven veriyorlardı. Artık hava da kararmış ve soğumuştu. GPSten sürekli geçidin ne kadar kaldığına bakıyorduk, 50 metre belki daha az yakınımızda ama biz oraya varamıyoruz!

Montanaia geçidine yaklaşırken

Bir süre sonra başka bir engelle karşılaştık – sert ve yüksek kar hattı! Kar bırakmak istemediğimiz kaya hattının önünde bir insanın sığamayacağı darlıkta bir açıklık bırakarak boyumuzdan yukarı çıkıyordu. Önden giden Serkan çözüm denemesi olarak batonla karı delmeye başladı, herhalde ancak 5 dakikada 1 cm civarı bir açıklık yapabilirdik! Bütün gece bu işi değişimli yaparak sıcak kalmayı ve sonunda bir geçit açmayı başarabileceğimizi planladık. Sonra geri dönmeyi değerlendirdik. Geçidi aştıktan sonra diğer tarafta koşulların ne olacağı da belli değildi. Kayalardaki yol işaretleri doğru yerde olduğumuzu onaylıyordu ama kar hatlarının temizliğinden bu sezon bu geçitten kimsenin geçmediği kesindi. Ancak bu kadar teknik bir hattan gece geri inmek de ayrı bir tehlike. Biz kuzey yüzünde olduğumuz için geçidi aşabilirsek güney yüzün daha iyi durumda olması da yüksek ihtimal.

Geçidin sonunda Serkan şartları hafifçe hissettiren bir foto yakalamış (photo credit: Serkan Girgin)

Sonunda cesaretimizi toplayıp kar-kaya arasında trekking ekipmanımızla oldukça teknik sayılacak bir baca tırmanışı ile kayanın üst hattına çıktık, dimdik vadiden her an aşağı kayıp gidebileceğimiz hissiyle geri aşağı indik. Bu geçişlerden birkaç tane daha yaptıktan sonra Serkan önden gidip yukarıdan ışık tutarak geçide neredeyse vardığımız müjdesini verdi! Son bir macera olarak sağ kayalıkları bırakıp kayan taşlardan sol kayalara ulaşmaya çalışırken tutunmayı hedeflediğim dev kayanın kaymaya başlamasıyla yüreğim ağzıma geldi! Sonunda geçide varıp artık bu gecelik daha fazla macera yaşamamak için güney yüzünde bol kayalı, dikkat gerektiren, ama artık bizi korkutmayan patikadan işaretleri adım adım takip ederek indik. İçinde bulunduğumuz dağlarla çevrili çanaktaki kutu gibi bivağı görmek müthiş bir heyecan ve rahatlamaydı! Gece ancak birde o an bizim için bir otelden kat kat konforlu bu kutucukta uyumaya geçtik. Çevrenin ihtişamının ancak sabah farkına varacaktık.

Dünyanın en konforlu oteli! (photo credit: Serkan Girgin)

Bivak Guiliano’dan Ovaro yakınında çiftlik evine – 44 km 3000 m yükseklik kazanımı 16 saat

Gün 2 Özeti

Sabah kalkıp dışarı çıktığımızda içinde bulunduğumuz sisler içindeki dağlarla çevrili vadiden büyülenip kaldık. Sağa sola bak, fotoğraf çek derken 7.30da ancak yola çıkabildik. Önceki gece macerasını atlatmış olmanın verdiği mutlulukla kimse kayalık dere vadisinden sadece 3 km’de yaptığımız 900 metrelik inişten bile şikayet etmiyordu. 2.5 km sonra vardığımız Pordenone dağ evinin sahibinin şaşkınlığı geçitten bu sezon gelen ilk kişiler olduğumuzu onayladı. 6 km sonra 2060 metredeki keyifli ve yeşil Passo del Mus’tan geçiş yaptıktan sonra tam yol tekrar aşağı! Bir 6 km’lik yoldan sonra 800 metrelere inerek bir kayak merkezi olan Forni di Sopra şehrine ulaştık. Bu sürekli 2000 üstü çıkışlardan sonra çok aşağılara inişlerin doğuya doğru rotamızın karakteri olduğunu sonradan (diz ağrılarımızla) anlayacaktık!

Minik bivak evimiz ve sol üstte geçtiğimiz geçit

Bivakta dört bir yanımız haşmetli kaya kütleleriyle çevriliydi

Bu kadar yüksekten inişin kolay olmayacağı da kesin

 

İniş iniş…

Şehirde saat 13.30’da oturduğumuz pizzacıdan karnımızı tıka basa doldurup, tuvaletinde temel temizliklerimizi yapıp, yanımıza yedek pizza yaptırıp, restoranın sahiplerinden rotamızın ilerleyen kısımlarında kalabileceğimiz yerler hakkında bilgi de alarak 15:00’da çıktık. Rotamız bizi tekrar 2000 metrelere çıkardıktan sonra en fazla 1700’lere indirerek bu bölgede bir takım”Casera” denen evlerden geçiriyordu. Restoran sahipleri de bunlardan birkaçının ismini vererek buralarda kalabileceğimizi söylemişti. Yolumuzda önce dağın eşyükselti izleyen kısmında ilerlerken avcılarla karşılaştık. Sonra not aldığımız evlerden geçtik ama boş ve kapalılardı. Biz de güneş batarken varacağımızı tahmin ettiğimiz sonuncusunu gözümüze kestirdik. Gerçekten tam 21:30’da ve 36. Km’de patikadan yola bağlandık ve Casera Pieltinis’e vardık. Önümüzdeki iri binayı kontrol için Deniz emin adımlarla önden gittiğinde çok sayıda köpek sesi eşliğinde siyah bir köpek aniden Deniz’e doğru saldırdı! Deniz, hayvanlarla olan sıkı ilişkileri ve tecrübesi sayesinde, sakin şekilde normalde çok tehlikeli olabilecek bekçi köpeğini durdurdu ve yavaşça yoldan aşağı, yanımıza geldi. Yüreğimiz ağzımıza gelmişti tabi ki. Bugün stressiz bir kalacak yer bulma umudumuz kursağımızda, paşa paşa yolumuza devam ettik.

Ve tabi ki her zaman geri çıkış

Nadiren de olsa yüksek kısımlarda dağ manzaralı az eğimli yolları izliyoruz

 

Zaten bu akşamı stressiz kapatacağımızı düşünmek bir hataydı. Soğuyan hava, belirsizlik ve açlıkla yürüyüşümüze devam ettik. Başka “casera”ların önünden geçtikçe iyice anlıyorduk ki bu binalar aslında hayvan yetiştirme yerleri. Sahipleri akşam vakti köpekleri çoğunlukla açıkta bırakıp gitmişlerdi. Bazısının önünden geçmemek için zigzaglar yapan yolları kesmemiz gerekti. Herkeste bir sessizlik vardı. Sonunda 44. kmde gece 12’ye doğru yine bir hayvan çiftliğinin önünden geçerken, bu binanın yola bakan tarafındaki küçük bina bölümünün kapısını denemeye karar verdik. Köpekler varsa da yapının içe bakan kısmında, uzakta olacak gibi görünüyordu. Kapının telle tutturulmuş zincirini açıp muhtemelen mevsimlik işçilerin kaldığı, kırık tel karyolarla dolu, aşağı doğru hayvan ürünlerinin işlendiği alana doğru dev bir merdivenin gittiği bir odada bulduk kendimizi. Evet dünyanın en temiz ve konforlu yeri gibi durmuyordu ama seçici olmak gibi bir lüksümüz de yoktu. Hızlıca birşeyler yiyip, üstüne kıvrılacak çok kırık olmayan birer karyola ayarlayıp uykuya geçtik.

Kalma yeri bulduğumuz çiftlik evi

Evet içerisi çok iç açıcı değil ama fazla da şansımız yok

Gün 3 – Çiftlik evinden Tolmezzo kenti – 46 km 2km yükseklik kazanımı toplam 14 saat

Gün 3 özeti

Çiftlik evi üstte tahta çatı ve aşağı doğru giden merdivenden gelen havayla gece buz gibiydi. Daha uykulu olmamıza rağmen kimse uyanmakta pek zorluk çekmedi. Birşeyler yiyip 6.30’da dışarıda parlayan güneşin bizi ısıtması umuduyla yürüyüşe geçmiştik bile. Hafif hafif inip çıkan dağ yollarında biraz sonra durup üzerimizi çıkardık. 3. km’den sonra 1800 metreden 11 km’lik sert bir inişle 500 metrenin altındaki Ovaro kentine vardık. Elimizdeki nerdeyse bütün yiyecekler tükenmişti ve kurt gibi açtık. Saat 10’a geliyordu, sonunda İtalya’da öğle vaktine takılmadan marketleri açık bulma şansımız vardı! Bu heyecanla ilk markete girip 4 kişi elimizde 4 büyük torba ile çıktık. Gelen geçenin bakışlarını umursamadan köşe başındaki merdivene oturup o 4 büyük torbada ne varsa hepsini yedik!

Açız ve dünyaları yiyoruz! (photo credit: Serkan Girgin)

Yediğimiz şeyler o kadar fazla, alakasız ve çeşitliydi ki şu an saymak bile istemiyorum. Midemi bozacağımdan emindim ama o yemekle hayata döndüm. Kahve ve erzak depolama için bir market alışverişi daha yaptıktan sonra yola çıktığımızda yenilenmiştim. Uykusuzluk yorgunluk tamamen kaybolmuş gibiydi. Bu enerjiyle 1850 metredeki yemyeşil yaylalardan geçip ulaştığımız günün 22. km’sindeki Arvenis geçidinden geçmek zor olmadı. Bu sırada öğleden sonra 3 olmuştu. Yine 11 km’de 500 metrelere inip akşam 6 civarı Sezza kentinden sonra güneye ilerlemeye başladık. Buradan sonra önümüzdeki büyük kent Tolmezzo’ya ulaşmak rahat bir yoldu. Ancak Tolmezzo’dan sonra daha da zorlayıp doğuya doğru olan etabımızı bitirmek için varmamız gereken Moggio’ya ulaşmamız, ya da buraya yaklaşmamız pek mümkün gözükmüyordu. En azından Deniz’le bana. Üç günlük yorgunluk ve uykusuzluktan sonra Girgin kardeşlerle aramızdaki dayanıklılık farkı ortaya çıkmıştı herhalde. Biz Tolmezzo’da kalacak yer bulalım, onlar Moggıo’ya ilerlesin diye önerdik. Ama bunca yolu beraber katettikten sonra ayrılmak da hiç hoş değildi. Bir şekil Serkan ile Sertan’ı kandırdık sanıyorum, kendimizi Tolmezzo’da 4 kişilik bir oda ayarlarken bulduk ☺.

Bazen de rengarenk çiçeklerle kaplı yolumuz (photo credit: Serkan Girgin)

Bisküvi yediğimiz sürece hayatımızdan memnunuz ☺

 

Yeşil bir geçitten geçiyoruz

Bu akşam için herşey çok yolunda gidiyor gibi görünüyor olabilir, ama tabi ki gün macerasız bitemezdi! Şehre yaklaşık 5 km kala, Tolmezzo’ya ulaşmak için geçmemiz gereken dev nehirden önce süpermarketin kapanmasına çok az zaman kaldığını farkettik. Ertesi gün zamanında çıkabilmek ve tabi bugün bol bol beslenebilmek için markete ulaşmamız kritikti! Saatlerce dağlarda gittiğimiz halimizle ve sırtımızdaki (oldukça hafif olsa da ihtiyacımız olan her şeyi içeren) çantalarla sprint atmak doğrusu oldukça acılı idi. Akşam tam 8’da ter içinde markete ulaştığımızda hepimiz halimize gülüyorduk. Ama başarmıştık ve elimizde sayısız torbayla çıkmamız için markette 40 dakkamız vardı (kapanış saati yarım saat ileri alınmış)! Tam rota üzerindeki otelimize vardıktan sonra duş ve yatakta yatmanın nasıl hissettirdiğini anlatamayacağım bile… zaten aslında kendim de pek hissedemedim çünkü uyuyakalmışım.

Gün 4 – Tolmezzo’dan en doğu noktamız Moggio – 36 km 2.6 km yükseklik kazanımı 12 saat

Gün 4 Özeti

Sabah 5’te uyandığımızda Deniz’le planımız beraber kahvaltı edip Serkan ve Sertan’ı uğurlamak, sonra onlar rotaya devam ederken tembellik edip sonrasında batıya doğru devam etmek üzere tekrar gideceğimiz San Vito’ya tren bulmaktı. Biraz uyanıp kendimize geldikten sonra Deniz’le göz göze geldik. Konuşmadan kafamızda aynı soruların, hoşnutsuzluğun, sonradan yaşayacağımız pişmanlığın olduğunu biliyorduk. Biraz sessizlikten sonra ikimiz birden “Hadi!” dedik, “Çabuk olalım da çıkışımızı daha da geciktirmeyelim.”. Bugünün hedefi sadece Moggio’ya ulaşmak ve bir an önce trene binmekti. O anki bilgilerimize göre görece kolay bir rota olmalıydı ancak açıklamalardaki mesafe ve süre önerilerindeki tutarsızlıklar soru işareti yaratıyordu.

Alt katı mutfak üst katı yatma yeri olan lüks bir bivak. Niyeyse böyle yerlere hiç gün sonunda denk gelmedik

 

 

5 km ötedeki bir sonraki kent Illegio’ya kayalar arasından geçen asfalt yoldan tam bir saatte ulaştık. Sonrasında bir 10 km daha hafif çıkıp inen dağ yollarından rahatça ilerledik. 800 metredeyken 5 km daha ilerleyip 1800 metredeki Mezzodi zirvesinin hemen altından geçmek, 2.5 km içinde zikzaklarla 300 metre inip sonra 1700 metredeki Nuviernulis geçidini aşmak da oldukça keyifliydi. Saat 14:00 olmuştu. Bugünün sonlarına yaklaştığımız beklentisi içindeyken geçidin diğer tarafında gördüğümüz sonsuzluğa kadar giden orman ve kanyon yolu manzarası pek de iç açıcı değildi.

Kilometrelerce sürecek inişe geçmeden önce geçitte elde kalan yiyecekleri yiyoruz

Kayalıklı iniş kısa zamanda yoğun bitkili orman patikalarına, o da kanyona dönüşüyor.

Sık bitkilerle kaplı döne döne inen dağ yolu kısa zamanda büyük bir nehir yatağına bağlandı ve kanyona dönüştü. Sonrasında kilometrelerce kanyon yolu saatler boyu dağ rotalarında hiçbir şeyi hafife almamamız gerektiğini gösterip durdu. Sonunda 11 km ve 4 saat sonra Moggessa di La’ya varabildiğimizde planlarımıza göre çok gecikmiştik ama görevlilerin yılan tehlikesine karşı uyardığı son bir kanyon kısmından devam edip Moggio’ya ulaşmaktan başka şansımız yoktu. Bunu başarabildiğimizde saat 19:30 olmuştu ve trene binmek için sevimsiz bir 5 km’lik asfalttan gitmemiz gereken Carnia şehrine otobüsler bitmişti. Parka çocuğunu götüren genç bir kadından bu bilgiyi aldıktan sonra kaderimize razı olup yürümeye devam ettik. Aşağıya doğru giderken bir süre sonra arkadan bir araba gelip yanımızda durdu. Parktaki kadın bizi tren istasyonuna bırakmak için arabasını alıp gelmişti! ! Hemen teşekkür edip arabaya doluştuk. Yolda Türkiye’den geldiğimizi öğrenince “Yarım Tavuk” dedi. Yarım tavuk? Meğer Carnia’ya yakın Resiutta’da bir tavuk restoranında çalışıyormuş. Otobandan çıkan Türk TIR şoförleri sıkça gelip, yarım kızarmış tavuk istediklerinden öğrendiği ilk Türkçe kelimeler “Yarım Tavuk” olmuş.  Carnia tren istasyonuna vardıktan sonra hızlı bir planlamayla trenle ilk varacağımız büyük kent Udine’de kalacak yer ayarlayıp son trene atladık. Otel yanında açık bulduğumuz döneri yerken beklenmedik rotaya rağmen bugün epey iyi geçmiş göründü gözümüze. İki gün arka arkaya duş alıp yatakta yatmanın keyfini çıkardık!

Top gibi bir köprü

Yolumuzun üstündeki terkedilmiş köyde hayat izlerini gösteren böyle süsler garip bir hava veriyor

Ertesi gün tren ve otobüslerle San Vito di Cadore’ye geri dönüp batıya doğru yola çıkma vakti geldi. Maceranın bu kısmı da yazının ikinci bölümünde, yani burada. İyi okumalar!

 

 

Categories: Alplerde Koşmak, Dağcılık, Haberler, Koşu | Comments Off on Alplerde Koşmak – Girgin Kardeşlerle Moggio – Bolzano arasında 7 gün 280km bir macera: Bölüm 1

Hollanda 2018 Macera Yarışı Ligi başladı! 11 saatlik Hard van Brabant macera yarışı raporumuz.

Hollanda’da havaların “görece” ısınması ile macera yarışı sezonu da başladı. Aslında Mart’ın başında bir yarış vardı ama ev taşıma, işlerden kafa toplayamama, dondurucu soğuk derken bizim için pek keyfini çıkarabildiğimiz bir yarış olmadı. Biz de 10 yarışlık macera yarışı ligindeki en iyi organizasyon olan Hard van Brabant için kendimizi hazırladık. Bu bölge Eindhoven’ın batısında, Belçika ile sınır üstünde. Çevre, Hollanda doğasına yakın ama doğal tepeler ve ormanlar da barındırıyor. Ligin kurucusu da olan tecrübeli Dutch Adventure Race Team bu yarışı düzenliyor.

Kamp alanında yarışmacılar

Yarış cumartesi akşam 8’de 1-1.5 saatlik sert bir prolog olan koşu etabı ile başladı.

Önce göl kıyısında kumu kazarak hedefleri işaretleyeceğimiz kartları bulmamız gerekti. Sonra ekrana dev bir bölge olan kamp alanı çevresindeki üç değişik nokta yansıtıldı. Bu noktaları ezberleyip gittiğimiz zaman bizi başka görevler bekliyordu. Bir tanesinde 3 ayrı pusula hedefi (compass shoot – örneğin 200m ötede 30 derece uzakta hedef var gibi bir bilgi) vardı. Her zamanki gibi bir hedefi almak için Deniz beline kadar buz gibi suya girmek zorunda kaldı. Diğerinde elimize bir “blind oleat” tutuşturdular. Bu aslında bize adım adım nasıl ilerlememizi, hangi yönlere dönmemiz gerektiğini söyleyen bir şema. Ekte bir örneğini görebilirsiniz. En son noktada ise dev kamp – bungalow- camper alanına yayılmış 5 hedefi bölgenin tanıtım harita bordları üzerinde ezberleyip bulmaktı.

Yarış başında biz

 

Oleat örneği – sağda yarışmada verilen şema, solda nasıl izlenmesi gerektiği

Prologda tüm hedefleri bulduktan sonra sıralamada 5. olarak döndük. Bu da demekti ki ertesi günkü ana yarışta, birinci takımın 2 dakika arkasında başlayacağız ve yarışta 2 dakika az zamanımız olacak. Aslında yarış daha yeni başlıyordu, bir an önce hazırlanıp azıcık da uyku almak çok kritikti. Hemen üst değiştirip (ben bu noktada ertesi günün yarış kıyafetlerini giydiğimi itiraf etmeliyim) toplanma alanında ertesi günün haritalarını alıp incelemeye başladık. Arada ek harita verilen iki etap dışında 8 etabın tamamını görüp plan yapma şansımız vardı. Kickbike etabında 8 hedefin de yerlerini işaretliyorduk. Hedefler farklı puanlarda ve tüm hedefleri almak çok zor, iyi bir strateji yapmak gerekiyor. Sonuçta gece 11’e kadar haritaları inceleyip, sonrasında hemen yatmaya gittik. Saatlerin de değişmesiyle 5’te başlayan yarışa hazır olmak için yaklaşık 3 saat uyku vaktimiz oldu.

Tüm gün rota ve çevre bölge, Tüm kayıt şurada: https://www.strava.com/activities/1474107669

Sabah 5…

Evet biraz soğuk ve kapkaranlık. Harita tutucuların üstü buzlanmış. Neyse ki organizasyonun ayarladığı kahvaltıyla enerjimizi epey almışız. Üstümüzde tüm kıyafetlerimiz var – uzun kollu termal içlik üstüne formamız ve ultra-hafif ama koruyucu dış katman, bufflar ve orta kalınlıkta eldiven. Altta normal bir tayt ve compression çoraplar. Bu kadar… Evet bu hava için ince, hele de bisiklete binerken. Ama gün içinde hava 15 dereceleri bulduğunda sadece dış katmanı çıkarıp koşmaya devam edebilmemiz lazım. Macera yarışlarının zorluğu da burada. Değişen hava, saat, karanlık, güneşe adapte olmak yetmediği gibi her disiplinin ihtiyaçlarına da uyum sağlayabilmek gerekiyor.

Bundan sonra artık üstümüze düşen yarış şemasındaki etapları sırayla en iyi şekilde yapmaktı. Tüm etapların hedef detayları ve haritaları en aşağıda bulabilirsiniz. İlk MTB etabı soğuk, karanlık ve sisli idi. Güneye doğru başlangıçtan TA1’e (Transition Area-1) doğru ilerlemeye başladık. Çamurlu bozuk toprak alanlara girdiğimizde sisle birlikte önümüzü görmek, dengeli gitmek epey zorladı. Yine de hedeflediğimiz gibi, 6 nokta ziyaret edip TA1’in daha ilerisinde olan, MTB teknik parkuru üzerindeki noktaları atlayarak iyi bir sürede ulaştık. Burada hemen Run/Bike etabına geçtik. Bu etapta iki kişilik takım bir bisiklet kullanıyor. Bisikleti kimin kullanacağı kısıtlı değil. Hızlanabilmek için takımın koordine olup birinin bisikletle ilerlemesi ve yol kenarında bisikleti bırakıp koşmaya başlaması, arkadan gelen koşucunun hemen bisikleti alıp öbürüne yetişirken biraz dinlenmesi gerekiyor. Bunu yaparken haliyle harita okumayı da atlamamalı :). Bu etap için yukarıdaki şemadaki gibi bir Blind Oleat verdikleri için hedef atlamadan tüm parkuru 8 hedefi alarak tamamladık. Bu sırada yarış başlangıcından beri 2.5 saat geçmişti. 7:30’da, run/bike etabı sonunda hava az da olsa aydınlanmıştı. Hemen koşu etabına geçtik.

Yarış etapları şeması

 

Tüm 8 hedefi toplayacak halka çizen bir rota yapmıştık, oldukça net bir rotaydı.

Tüm hedefleri akıcı şekilde topladıktan sonra açıklaması “roots in the sky” olan hedefi bir türlü bulamadık. Aslında nerede oldugu çok belliydi. Devrilip kökleri havaya kalkmış (yaklaşık üç insan boyu kadar) dev bir ağaçta olduğundan emindik ama zımba aletini bir türlü bulamadık. Hollanda’da yarışlarda hedeflere sadece bir zımba koyuyorlar, orienteering bayrağı vs. yok. Hedef yakınına çok silik bir sprey boya sıkıyorlar, o kadar. Gezindik, gezindik, bulamayınca devam ettik. Bir sonraki hedef, “in tree”nin yine nerede olduğundan emindik ama birkaç takımla birlikte hedefin kayıp olduğuna emin olup devam ettik. Akışımız kesintiye uğradığı için burada biraz motivasyon kaybı oldu.

Sislerin içinde gitmek

50 dk sonra döndüğümüz TA’da kayıp hedefi raporlayıp hemen bisiklete devam ettik. Kısa bir etaptı, kaybettiğimiz zamanları da kurtarmaya ihtiyacımız vardı. 5 hedeften birini atlayıp kuzey batıdaki TA4’e doğru ilerledik. Yolda 30 puanlık (yarıştaki en yüksek puan) hedefi yine bulamayınca aramak için epey zaman ve motivasyon kaybettik. Sonradan öğrendik ki hedef gerçekten kaybolmuş. Neyse ki rapor ettiğimiz için puanımız eklendi (her şeyi rapor edemiyorsunuz, hedefin aslında kayıp olmadığı ortaya çıkarsa puanınızdan düşülüyor).

Kano etabı seçim içermiyordu.

Dosdoğru ilerleyip üç hedefi alıp TA5’te de fazla uzun bir tüftüf (Deniz’in notu: çocukken o kadar tüftüf oynamanın faydasını sonunda gördüm. Bu arada, yarışta kullandığımız “tüftüf” epey sofistike bir alet. Tüftüf demesek de olur yani…)  atmak olan özel görevi (Special task – ST) yapıp en rahatsız olduğumuz etap olan ‘kickbike” etabına geçtik. Bu arada yarışın 5 saati yani yarısı bitmişti.

Kickbike ya da step bike adlı pedalsız bisiklet

Kickbike (ya da step bike) Hollanda’da çocukluktan itibaren bindikleri, yere ayak sürterek binilen bir nevi pedalsız bisiklet. Herkes çok alışık ama biz ancak yarışlarda sürmeyi öğrendik. Üstünde ayak değiştirmeyi yeni yeni öğrenebildik. Tek taraflı ayak sürterseniz (ki genelde denge ayağımız biri olduğu için insan öbürüyle itmeyi tercih ediyor), o bacak bir süre sonra çalışmaz hale geliyor. O nedenle 5-6 itişte bir ayak değiştirmek ve ayağı savurarak öne itmek çok önemli. Ne yaparsak yapalım 15 km gibi uzun etaplar gidince çok yoruluyoruz. Benim bu etap sonunda ayak tabanlarım çok ağrımıştı. Sonuçta 8 hedeften 5’ini alıp 06:20 saat civarında yarış alanına (Race Base) geri döndük. Burada bir dizi özel görev bizi bekliyordu.

Step bike nasıl sürülür?

Odun kırma özel görevi

 

Özel görevler…

Özel görevlerden ok atma, pusula hedefleri (yine Deniz’in bir miktar gölde yüzmesi gerekti) ve hatta 4 metre havadan dev hava yastığına atlamayı bile akıcı şekilde başardık (kabul ediyorum, ben fazla streslenince benim için asansörü biraz aşağı indirdiler). Ama benden kalın odunu balta ile kesme işine hiç girmemeliydik. Herhalde 20 dakikadan fazla bu işle uğraştık. Aslında uğraştık demeyelim, ben baltayı oduna vurunca hiçbir şey olmadığı için bütün iş Deniz’e kaldı. Öyle olunca da tek başına çok uzun sürdü. Ancak arada testere ile ince ayar yapmaya yardımcı olabildim. Hollandalılar kadın erkek demeden böyle işleri acayip beceriyorlar, nasıl oluyor biz anlayamadık.

Sahilde kumları eşelerken

Devamında tekrar dağ bisikletine atlayıp TA7’ye vardık. Zamanımız azalmasına rağmen 6 hedeften 5’ini toplamayı başardık. Burada yine özel görevlerden “crossbow” (Tatar yayı veya arbalet gibi…), ip geçişleri, denge parkurunu hızlıca yaptık ama pusula ile birkaç aşamada ilerleyerek hedef bulma etabını bir türlü yapamadık ve çok zaman kaybettik. Bir süre sonra durumu kabullenip döndük ve “village run” etabına başladık. Bu etapta ana haritada görünmeyen bir kısım alanlar kağıdın arka tarafındaki haritada ve farklı bir biçimde gösteriliyor. İkisini birleştirip plan yapmak gerekiyor. Deniz ağaçların arasındaki denge parkurunu yaparken ben bu haritayı inceleyip plan yaptım. Azalan zamanımızı dikkate alarak bir seçim yapmalıydık. Mecburen 10 hedeften en verimli bulduğumuz 4’üne gitmeyi hedefledik ve parkuru hızlı biçimde bitirdik. 45 dakikadan az vaktimiz kalmıştı ve 8 hedef ile pek de kısa olmayan son MTB parkurunu tamamlamamız gerekiyordu. Geç kalacağımız her dakika 2 puanımızın eksilmesi demekti!

Son mücadele…

Sonunu uzatmayayım: 8 hedeften 5’ini toplayarak sadece 30 sn gecikme ile bitirmeyi başardık. Ama arada ne oldu derseniz, ben bilmiyorum! Tek gördüğüm sadece Deniz’in önümdeki bisikleti, hayattaki tek hedefim onun peşinde kalabilmek! Öyle bir gidiyoruz ki başka birşey görecek bir gıdım enerjim yok! Nasıl olduysa hedeflere geldiğimizde bisikletten atlayıp kartı zımbalamayı başardım (harita okuma Deniz’de olduğu için kartlara zımbaları ben basıyorum). O son hedeften sonra ise nerelerden geçtiğimizin bile farkında değilim. Ve sonunda yarış alanımıza geri geliyoruz ve el ele yarışı bitiriyoruz!

Sürprizler

Yarışın sonunda küçük bir sürpriz bizi bekliyor, törende üçüncü olduğumuzu öğreniyoruz (sonradan yanlış hesaplama olduğu için dördüncü olduğumuz ortaya çıktı).

Yarış Bilgileri (yol kitabı, haritalar ve gidilen hedefler)

Gidilen hedefler

Ana Harita 1 (başlangıç noktası sağ kenarda)

Ana Harita 3

Ana harita 2

Village Run ön harita

Village Run arka harita

Yol haritası 2

Yol haritası 1

Categories: Haberler | Comments Off on Hollanda 2018 Macera Yarışı Ligi başladı! 11 saatlik Hard van Brabant macera yarışı raporumuz.

İstanbul Yarı Maratonu Tecrübem

Uzun süredir bir şeyler yazmıyordum. Artık tekrar yazmamın vakti geldi. Bildiğiniz gibi antrenmanlarıma devam ediyorum. En son, Marmaris Yarı Maratonu (RunMarisRun) koşmuştum ve 1.09.14 sürede tamamlamıştım. Bu süre aslında daha yolun çok başında olduğumuzun bir göstergesiydi. 20 gün sonra daha iyisini yapmak için çalışmalarımızı sürdürüyorduk.

Bknz: (https://www.strava.com/athletes/12189943 )

Aslında çalışmalarımızı sürdürüyorduk derken sadece koşuyu kastetmiyordum, uzun süredir sahip olduğum fazla kilolarımdan da kurtulmam gerekiyordu. İki aydır devam ettirdiğim kilo verme sürecinin sonuna yaklaşmış, 1. hedef olarak, 65 kg’dan 62 kg civarını görmüştük (boy uzunluğum 179 cm).

Son üç gün yarış için beslenme programı başlamıştı. Günlük 350 gr (pişmemiş ağırlık) bulgur, bol meyve, 3 lt su, vitamin ve mineral destekleri alarak normal beslenmeme ( Normal bir beslenme, az yağlı ve şekersiz ürünler tüketirim genelde) destek sağlayarak yarış gününü beklemeye başladık.

29 Nisan Cumartesi

Son 2-3 gündür yaklaşık 6-7 saat uyuyordum. O sabah 9’da ve öğleden sonra 13’te sınavım vardı; sınavdan sonra yemeğimi (normal bir öğün + bulgur ve meyve) yiyip havalimanına gidecektim. 17 gibi kampüsten çıkıp, 19.05’deki uçağa bindim. Oradan da 20:20 gibi Sabiha Gökçen havalimanına vardım. Taksime gidip metro ile Vezneciler’e, daha sonra da yürüyerek otelime gitmeyi planladım. Plana uymayıp, otobüs Gayrettepe metro durağının orada durunca Google maps’in direktiflerine göre inersem daha hızlı  otelimde olacağımı fark edip, hızlıca otobüsten indim ve metroya yöneldim. Vezneciler’e kadar metro ile gidip, geriye kalan yolu yürüyerek organizasyonun ayarladığı otelime saat 23’e gelirken varabildim. Küçük birşeyler atıştırmak için dışarı çıkıp, Google maps’de gördüğüm ilk pizzayıca gittim. Bir orta boy pizza tüketip tekrar otelime dönüp, 12 gibi yatağıma geçtim ama her zamanki gibi hemen uykuya dalamadım. Tahmini olarak 00.30 gibi uyuyabildim.

30 Nisan – Yarış Sabahı

Koşmaya başlamadan 2.5 saat önce yemek yemeyi bitirmeye çalışırım. Bu nedenle 6.30’da uyanıp, kahvaltıya gittim. Yarış sabahları kahvaltıda tükettiklerim genellikle aynı: 1 bardak su, 1 bardak kahve, 1 dilim kaşar peyniri, 1-2 dilim salatalık, 1 revol reçel yada bal, yarım muz. Yediklerimi değiştirmem olumsuz sonuçlanabileceği için aynı şeyleri tüketmeye özen gösteririm. Yağlı, tuzlu ve lifli ürünlerden kaçınmaya çalışırım. Yarış sabahı kahvaltıda çay içmemin bana bir faydası olmayacağı için içmemeye çalışırım. Eğer kahvaltıda yiyebileceğim hiç bir şey yoksa, yanımda taşıdığım muz ve kahve ile kahvaltımı yaparım. Kısa, süren kahvaltımın ardından odama 1 bardak su ile birlikte gidip 7.20’ye kadar uzandım. Sonrasında üzerimi değiştirip, bizi bekleyen servise binerek yarışma alanına vardık.

18405570_10213778393564182_1940113338_o

Önceki akşam İstanbul’a geç geldiğim için göğüs numaramı alamamıştım. Daha önce Rebel Runners’ın kurucularından Memduh Hocamdan rica edip, benim için göğüs numaramı almasını istemiştim. Servisten indikten sonra, Rebel Runners ailesinin yanına gidip, Memduh hocamdan göğüs numaramı alacakken küçük bir sürprizle karşılaştım. Bana bildirilen göğüs numarası 34-ARSLAN’iken, Memduh hocamda 2074 nolu göğüs numarası vardı. Hemen bizim ile ilgilenen görevlinin yanına gidip, durumdan bahsettim. Takibinde çantasından bana ait yeni göğüs numarasını çıkartıp teslim etti. Aslında iki göğüs numarası bana ait olmasına rağmen, elit atletlerde start alabilmek için bana söylenen numarayı kullanmam gerekiyordu.

Yarışa tamamen hazırlanıp ısınmaya başladım. İlk olarak germe egzersizleri ile başlayıp, yarışta biraz yüksek tempo koşacağım için jogdan biraz hızlı, tempolu koşudan biraz yavaş bir tempoda benim için yaklaşık 4.00 dk/km civarından  15 dakika ısınma koşusu yaptım, nabzımı kademeli olarak yükseltmek için 5 tane 60-80 m yüksek tempolu arttırmalar yaparak ısınma kısmını bitirdim. 8.35’de çağrı odasından çıkmadan önce göğüs numaramız kontrol edildi. Görevliler eşliğinde start alanına alındık. 10 dk sonra verilecek startı beklerken biraz germe hareketi yaptım. Saatimi 3.10-3.15 tempo aralığında ve maksimum 178 nabız olarak ayarladım. Kadınlar grubunun yaklaşık 3.10 tempo ile gidceğini tahmin ediyorduk, bu nedenle grup ile koşmayı planlıyorduk.

Start verildi

Planladığımız gibi elit kadınlar grubunun arkasında koşmaya başladım.İlk km’yi 3.00dk/km tempodan geçtik.İlk km’nin normalden hızlı geçilip, daha sonra temponun oturmasını beklediğimiz için gruptan kopmamayı tercih ettim. 2. km’yi 3.01 den geçtik, beklediğimden çok hızlı geçiyor saatimden 182 nabız uyarıları alıyordum. Rsikli tempoda devam edip, 3.km’de temponun azalmasını bekliyordum fakat grup 3.03 dk/km ile geçince beni yormaya başlamıştı. Saatimden sürekli uyarı alıyor, bu tempoda daha fazla kalmamam gerektiğini biliyordum. Artık umutsuzca grubun tempo düşürmesini bekliyordum. Aksi durumda gruptan ayrılmam benim için çok daha sağlıklı olacaktı. 4. Km’yi 3,06 tempodan geçtikten sonra grubu kesinlikle bırakmam gerektiğini anladım. 5. Km’ye girerken yorulan vücudumu biraz dinlendirmek için tempo azalttım. 5. Km’yi 3.15’den geçerek, en iyi 5k derecemi 15 dk 25 saniye olarak güncelledim. Fakat çok yanlış zamanda en iyi 5k derecemi koşmuştum, bu beni çok yıpratmıştı. 1.5 km tek başıma gittikten sonra, gruptan düşen Fetene Alemu Regasa’yı yakaladım, birlkte 10. km’yi 31 dk 47 saniyede geçtik. Kişisel en iyi 10 k süremi 26 saniye  geliştirmiş oldum. Fetene ile 13-14.km’ye kadar koştuktan sonra, tempoyu 3.10 seviyesinin altına çekmeye başladı. İlk 5 km yıprandığım için, Fetene’yi takip etmekte zorlanıyor, aranın açılmasını engelleyemiyordum. 16. Km’ye geldiğimde tek başıma kalmıştım. Tek başına koşma ve yorgunluk birleşince istemeden tempo kaybediyordum. Son 6 km’yi 3.22 ortalama tempodan geçerken, Rebel Runners Cheering Zone’un etkisiyle son metrelere 2.50 tempo ile girdim. İstanbul Yarı Maratonu’nu 1 sa 8 dk 42sn süre bitirdim.

finish

 

Yarış Sonrası

Biraz kendime gelip, üzerimi değiştirdim. 10 dk hafif koşup, kısa süreli esnetme yaptım. Takibinde, Rebel Runners’ın oluşturduğu Cheering Zone’un bana verdiği enerjiyi ben de bitirmekte olan sporculara vermeye çalıştım. Yarış içerisinde, yorulduğunuzda sizi harekete geçirecek bir enerji olması gerçekten çok güzeldi. Umarım gelecek yıl, en azından son km’lerde yorulanlara enerji verecek Rebel Runner’s Cheering Zone benzeri oluşumlar olur.

Screenshot_2

Minik Bir Yarış Kritiği

Screenshot_20170509-201517Son üç gün uyguladığımız ek beslenme ile yarı maraton süresince enerjim yerindeydi. Bu nedenle jel kullanma ihtiyacı hissetmedim.

İlk 5 km’yi yarı maraton kapasitemin üzerinde koştuğum için bacaklarımda yorgunluk daha erken oluşmaya başladı. 16.5 km’den sonra yorgunluk nedeniyle gitmekte zorlanıyor, nabzım 170 seviyelerine kadar geriliyordu.

Garmin : https://connect.garmin.com/modern/activity/1705654522

Strava: https://www.strava.com/activities/963857621

Categories: Haberler | Comments Off on İstanbul Yarı Maratonu Tecrübem

Dokuz Eylül İzmir Yarı Maratonu

img-20160906-wa0004Berlin Maratonu’na antrenman amaçlı 3-4 Eylül tarihlerinde Dokuz Eylül İzmir Yarı Maratonu için İzmir’deydim. Cumartesi günü saat 12:55 uçağıyla Ankara’dan İzmir’e hareket ettim. Göğüs numaramı almak için Bornova Aşık Veysel Rekreasyon Alanı’na gittim. İçeri girer girmez tanıdık birilerinin olup olmadığına baktım ve karşılaştığım kişilerle biraz konuşma fırsatı buldum. Göğüs numaramı aldıktan sonra Karşıyaka’ya gitmek için ayrıldım. Fazla zaman geçirmeden, 20:00 vapuru ile Pasaport’a geçtim. Otele varınca antrenörümden son direktifleri aldım. Saatimin alarmını ayarlayıp uyumaya başladım. Gece 2:30 da uyandım. Kısa bir uyku sorunu çekip tekrar uyudum. Sabah 5:45’de uyanıp hazırlanmaya başladım. Kahvaltıda bir muz, bir dilim ekmek, bir dilim kaşar peyniri, 20 gr bal ve 1 fincan kahve tükettim. Son kontrollerimi yapıp, 7 gibi otelden ayrıldım. Biraz yürüyerek, biraz da jog atarak Cumhuriyet Meydanı’na geldim. Isınmaya başladım, yarış öncesi son kontrollerimi yaparak başlangıca altı dakika kala başlangıç çizgisinde yerimi aldım.

 Parkur

14188428_10154069578748795_2424448205226799029_oParkur, Cumhuriyet Meydanı’ndan başlıyor, denizi takip ederek İnciraltı’ndan dönerek Cumhuriyet Meydanı’nda son buluyor. Parkur istisnalar haricinde düz. Sadece birkaç noktada 1-2 metrelik iniş çıkışlar var.  Su noktaları arasındaki uzaklık 3,8 km, 1,2 km olarak sırasıyla devam ediyor. Sıcak hava nedeniyle 2,5 km aralıklarla su istasyonları olması daha iyi olabilirdi. Ayrıca bazı noktalarda fıskiyeler de mevcut ama çok yeterli değiller. Bitişte bulunan duş imkanı, ısınan vücudunuzu serinletmek için güzel düşünülmüş.

 Yarış

Yarışın başlamasına altı dakika kala başlangıçta yerimi aldım. Yarışta asıl amacım, sıfır rakımda yüksek nabız bölgelerinde vücudun verdiği tepkileri gözlemlemekti. Bu nedenle saatime 168-178 nabız değerlerini girerek yarışın başlamasını bekledim.  Startın verilmesiyle biraz arkalardan nabzımı dinleyerek koşmaya başladım. 200 m sonunda ön grubun önüne geldim, yaklaşık, 2,5 km boyunca ön grubun 100 m kadar önünde koştum. Ön grubun yaptığı atakla tempo bir süre 3.00 dk/km civarında kaldı, planlarımızda bu bölgede koşmak olmadığı için grup beni geçerken karşı bir atak göstermedim. Planladığımız bölgelerde gitmeye devam ettim.

14249846_10154532766963872_4016994502552591965_oKısa bir süre sonra grupta ayrılmalar başladı. Herkes birbiriyle mesafesini koruyarak koşmaya devam etti. İstasyonlardan aldığım iki sişe suyun 50-60 ml’sini içip geri kalanını üzerime, özellikle bacaklarıma döküyordum. Sıcak hava ve sert zemin nedeniyle kalflerimde ağrılar hissediyordum. Dönüş noktasına yaklaşırken bir enerji jeli tükettim. Dönüş noktasına geldiğimde ön grup ile farkım 600 m, önümdeki kişi ile 300 m civarındaydı. Dönüşte de planladığımız gibi koşmaya devam ettim. 2,5. km’den itibaren neredeyse yalnız başına koşmanın verdiği sıkıcılık ve güneşin yakıcı etkisiyle devam ettim. İstasyonlardan su alarak biraz kendimi serinletmeye çalıştım.  Son kilometrelere girerken vücudumun yorgun olmaması bizim için iyi bir haberdi. Son metrelerde kollarımı açarak bitişten geçtiğimde saat 1.12.40 ı gösteriyordu. Bu derece ile erkeklerde dokuzuncu oldum. Berlin öncesi son test yarışımı bitirmiştim. Yarış içerisinde Berlin Maratonu için birçok bilgi toplamıştık.

 Yarış sonrası

Kısa dinlenmenin ardından, soğuma jogu attım. Bu sırada bitişe gelen arkadaşlarıma destek olmaya çalıştım. Soğuma ve ödül töreni bittikten sonra duş almak için otelime gittim.

Categories: Haberler | Comments Off on Dokuz Eylül İzmir Yarı Maratonu

Berlin Maratonu Hazırlık Süreci

Merhaba arkadaşlar,

genel-kosuBerlin Maratonu’na 1 haftadan az zamanımız kaldı. Runatolia Maratonu’nda gözlemlediğimiz hataların bir kısmını düzelterek, Berlin’e hazırlanmaya devam ediyoruz. Hazırlık sürecinde, alışılmış uzun mesafe maraton antrenmanları yerine, kısa ve orta mesafeli antrenmanlar yaparak hızımı ve dayanıklılığımı arttırmaya çalışıyoruz.  Dersler, günlük yaşam ve antrenman üçgeninde Berlin Maratonu’na nasıl hazırlandığımı size aktarmaya çalışacağım.

Aslında bu yazıyı daha önce yazmam gerekiyordu, biraz geciktirdim. 20 Ağustos’ta biten yaz okulundan sonra biraz dinlenmek istedim. Yoğun ders temposu beni çok yormuştu. Birkaç gün neredeyse hiç bir şey yapmadan (birkaç film izlemek ve standart antrenmanlar haricinde) geçiştirdim.

Ders çalışırken

Ders çalışırken

Sabahları dersimin olması ve uyanır uyanmaz nabzın çok yükselmesinin sağlıksız olması nedeniyle antrenmanlarımı akşam saatlerinde yapmaya özen gösteriyordum. Bu nedenle sabahları derse gidiyor, takibinde ders çalışıp biraz dinlenip koşmaya gidiyordum. Bazen uykusuz kalıp kendimi çok yorgun hissediyordum. Uykusuz kalmamın faturasını ne yazık ki hazırlık döneminde birçok kişi gibi çeşitli sakatlıklar ve ağrılar yaşayarak ödedim. Temmuz – Ağustos ayında yaşadığım çeşitli sorunlar nedeniyle yaklaşık üç hafta koşamadım. Bu süreçte alternatif antrenman metotları uygulayarak güç ve performans kaybını önleyip, gelişme sağlamaya çalıştım ve verim aldım. Biraz yüzme, biraz güçlendirme ve biraz da koşu tekniği çalıştık.

emre

Antrenörümle

Antrenörümle birlikte mesafe koşularına farklı bir bakış açımız var: uzun mesafe koşmadan maratona hazırlanmak… Yarış mesafesi koşulmadan yarışa hazırlanılmaz mantığının tam tersine, neden o kadar koşalım mantığı hakim. Runatolia’dan sonra sanırım bir kez 28 km, 1 kez de 25 km koştum. Bunlar benim uzun antrenmanlarım oldu. Genellikle 12-15 km civarlarında koşuyorum.  Antrenmanları neden yaptığımızı, neden jog atmamız ya da neden merdiven çalışması yapmamız gerektiğini sürekli sorgulayıp, bilimsel yanıt bulmaya çalışıyoruz. Aslında antrenörüm sorguluyor. Ben sadece koşuyorum. J (hep işin kolay tarafını seçmişimdir, sorgulamak haricinde) Bu nedenle bilinenin aksine antrenmanlarım haftalık 140-160 km yerine genellikle 70-80 km civarında yorucu olmayan kısa ve orta mesafe koşular olacak şekilde antrenörüm tarafından planlandı. Ayrıca, günlük çift antrenman yerine tek ve etkili antrenman yöntemini seçerek vücudun kendini yenilemesine ve gelişim göstermesine izin verdik.  Bu antrenman metoduyla olumlu sonuçlar elde ettik.

Antrenmanlardaki amacımız neydi? Neden uzun mesafe koşmadık? Ercan kendine böyle sorular sormayı nereden öğrendi?

Hız antremanlarından

Hız antremanlarından

Antrenmanlardaki amacımız öncelikli olarak hız kazanmak odaklıydı. Bunu sağlarken dayanıklılığımı da geliştiriyorduk. Hız kazanmak istediğimiz için genellikle interval, merdiven ve yokuş çalışmaları yaptık. Laktik asit eşiğimi arttırmaya çalışıp vücudun kullanabileceği oksijen miktarını da arttırdık. Aslında üç tip antrenmanın ortak noktası ani yüklenmeler yapmaktı. Sürekli yeni bir barajı deneyerek bir üst seviyeye çıkmaya çalıştık. Oksijen kullanma seviyem yükseldiği için doğal olarak dayanıklılığım da artıyordu.

Teknık çalışmalar

Teknık çalışmalar

Interval yoruculuğunu önlemek için minimal artışlarla interval yapıyorduk. Böylelikle antrenmanların yoruculuğu azalıyordu. Ayrıca takibindeki gün hafif şiddetli antrenman yaparak vücudun tamamen kendisini toplamasına izin veriyorduk. Örneğin: iki set beş tekrarlı 600 m interval. Takibindeki gün 50 dakika jog. Ayrıca, bu çalışmalar sonucunda bacak kas sisteminin gelişmesini sağlayıp, koşu tekniğimde biraz ilerleme kaydettik.

Antrenman metotlarımızda tabii ki istisnalar oldu. Temmuz ve Ağustos döneminde kaybettiğimiz üç haftalık zamanı telafi etmek için Ağustos sonlarında, altı gün çift antrenman yaptık. Ancak dinlenmeye maksimum özeni gösterdik. Berlin öncesi genel antrenman düzenimde radikal değişiklikler olmadı. Genel düzene uygun çalışmalara devam ettim. Ayrıca test yarışı olarak 9 Eylül İzmir’in Kurtuluşu Yarı Maratonu’nu koştum.

Categories: Haberler | Comments Off on Berlin Maratonu Hazırlık Süreci

Islak Bir Yenilgi: Alde Feanen Challenge ’16

Gün doğumuyla kayıt masasındayız

Gün doğumuyla kayıt masasındayız

Ne ıslaklık, ne de yenilgi yabancı olduğumuz kavramlar değil. Ancak son etaptaki sebebini bir türlü çözemediğimiz başarısızlığımız, neredeyse kazanacak olduğumuz bu keyifli yarışı biraz buruk bitirmemize sebep oldu. İşte bu hüzün ise yarışlarda bugüne kadar hiç tatmadığımız bir histi.
Alde Feanen Challenge bu seneki Hollanda Macera Yarışı Ligi’nin 3. yarışıydı. Kuzey Hollanda’da yer alan Alde Feanen milli parkı, göller, kanallar, akarsular ve bataklıklarla dolu bir yeşil alan. Yer yer sık ormanlar, korular ve bol sazlık, bölgenin bitki örtüsünü oluşturuyor. Yarış 6 etap ve Hollanda macera yarışlarında geleneksel olarak bulunan bir prolog etabından oluşuyor ve 9 saat zaman sınırı var. Etaplar sırasıyla; Prolog, Koşu (7 km), Bisiklet (25 km), Koşu (15 km), Bisiklet (20 km), Kano (15 km) ve SUP (4 km) yani ayakta durarak kürek çekme… Yarışın sıralaması öncelikle tamamlanan etap sayısı, sonra kontrol noktası sayısı ve son olarak da süre göz önünde bulundurularak yapılıyor. Bir etabı tamamlamış olarak değerlendirilebilmek için o etapta bulunan kontrol noktalarının en az yarısını toplamak gerekli. Kontrol noktaları yarış boyunca dağıtılacak olan haritalarda işaretli olduğundan, yarışmacılardan harita üzerinde işaretleme yapmaları beklenmiyor.

Etaplar

Etaplar

Yarışa başlamadan önce stratejimizi son iki etaba 3 saat veya mümkünse daha fazla ayırabilmek üzerine kurmuştuk. Özellikle 15 km’lik kano etabı, hele kestirme yapamayacağımız uzun bir kanal üzerindeyse sorun yaratabilirdi. Yarış öncesi bilgilendirme toplantısı Flemenkçe olduğundan organizasyon bize özel olarak kısa bir İngilizce açıklama yaptı ve bazı sorularımızı yanıtladı.
Alde Feanen yarışı sabah saat 08:05’te başladı. Prolog etabında yarışmacılardan, bir pano üzerinde gösterilen azimut ve mesafe bilgileri verilmiş 4 hedefi ziyaret etmeleri bekleniyordu. Dahası işaretleme kartını teslim alabilmek için geniş bir kanalı her iki takım oyuncusunun da yüzerek geçip, geri gelmesi gerekliydi. Banu’yla beraber kendimizi geniş kanalın “karanlık” sularına bıraktığımızda bunun “dünyanın en kuru yarışı” olmayacağı belli olmuştu. Neyse ki suya girdiğimiz noktaya geri döneceğimiz için çanta ve ayakkabılarımızı kanalın o yakasında bırakabilmiştik. Sudan çıktığımızda güzelce kirlenmiş ve yorulmuştuk bile. O esnada organizasyondan bir görevli bana ayakkabılarımızı çıkarmakla uğraşmamızın zaman kaybı olduğunu söyledi. Yanıt olarak ona ıslak ayakkabıyla koşmak istemediğimi belirttiğimde yüzünde beliren alaycı gülümseme önümüzdeki kilometrelerde bizi neler beklediğinin habercisiydi adeta. Prologdaki 4 hedefi ziyaret etmek aşağı yukarı 25 dakikamızı aldı. Bu süreyi 15 dakika civarında bekliyorduk ve hızlanmamız ve belki de hedef atlamamız gerektiğine karar verdik.

DSC_7733

Prolog etabının işaret kartını teslim edip, koşu etabınınkini aldık. 7 km’lik bu etap kanallar arasındaki küçük adacıklarda ve bazen suyun ortasında yer alan kontrol noktalarından oluşuyordu. Harita çoğunlukla bendeydi bu yüzden bütün o rezil, çamurlu, bataklık ve sulara Banu girdi! Sanırım anlatmaya çabalamak gereksiz olacak, o yüzden fotoğraflara bakmanızı öneririm. Koşu etabının tamamında iyi bir tempoyu kaybetmeden koştuk ve kontrol noktalarını sorunsuzca bulmayı başardık. Yine de prolog tahmin ettiğimizden uzun sürmüştü ve orada kaybettiğimiz zamanı yerine koyabilmek için biraz daha hızlanmalı veya hedef atlamalıydık. Koşu etabının bitişi geniş bir kanalın (100 m) öteki tarafındaydı ve yakınlarda hiç köprü yoktu. Çantalar, ayakkabılar ve formalarımız üstümüzde kendimizi suya bıraktık. Karşı kıyı çok da uzak görünmüyordu ancak ben ne kadar çırpınırsam çırpınayım ilerleyemiyordum. Hatta suyun üzerinde kalmak bile çok zordu benim için. Nefessiz kalıp, su yutmaya başlamıştım ki, tüm bunlar yetmezmiş gibi, gökyüzü karardı ve gök gürültülü bir sağanak başladı. Yakınlarımızda başka takım yoktu ve o yağmurda organizasyonun teknesinin bizi görüp göremeyeceğini bilemiyordum. Ayrıca kanaldan gelen geçen tekneleri de görememe ihtimalimiz vardı. Bu durum iyice telaşlanmama yol açmıştı. Banu’nun sonradan anlattığına göre sürekli aynı şeyi sayıklayıp duruyormuşum; “gidemiyorum, gidemiyorum, gidemiyorum…” Neyse ki arada organizasyonun teknesi bize yanaşıp her şeyin yolunda olup olmadığını sordu ve bize strafor bir yüzme tahtası verdi de, biraz daha rahatladım. Fırtına altında saatler gibi geçen bir 10 dakika sonunda karşı kıyıya vardık. Hala hayatta olduğumu anladığım anda, önceliklerim hava durumu hızında değişti ve tekrar yarışa konsantre oldum. Bu esnada yağmur durmuş ve güneş bulutların arasında parlamaya başlamıştı. Klasik Hollanda havası işte… 9 km. katettiğimiz koşu (ve yüzme) etabını 1 saat 16 dakikada tamamladık.

DSC_7752

İğrenç, dibi görünmeyen, katran rengi sular bu yarışın en karakteristik özelliğiydi!

Değişim noktasında bisikletimizi ve ikinci etabın haritasını teslim aldık. Yağan yağmura rağmen çamur sürüşümüzü etkilemiyordu. Kontrol noktalarının hepsini hızla ziyaret ettik. Toplamda 1:30 saat içinde 25,5 km yol katederek bisiklet etabını tamamladık.

Gizli hedefler

Gizli hedefler

Hedeflerin neredeyse hepsi ulaşılması güç yerlere konulmuştu. Örneğin köprüde olduğu belirtilen tüm kontrol noktalarının zımbaları, köprünün altına, kanalın içine girmeyi gerektiriyordu. Bu özelliğiyle sanırım bugüne kadar katıldığımız en iğrenç ve sulu yarış buydu. Bisiklet etabının sonunda, değişim istasyonunun yanında bir özel oyun hedefi vardı. Bu oyun derenin üzerine gerilmiş bir ipe asılı biçimde ilerleyerek, ipin orta noktasına sabitlenmiş olan bir zımbaya ulaşmaktan ibaretti. Zaten sularda debelenmekten yorgun olan kollarım yüzünden büyük güçlükle zımbaya ulaştım ve kartımı işaretledim. Tam işaretlemeyi yapacağım sırada karşı taraftaki yarışmacılardan biri ipe büyün gücüyle yüklendi. Sarsıntıdan ötürü az kalsın düşecektim. Kendisinden iki saniye kımıldamamasını rica ettim ve kartımı işaretledikten sonra kendimi derenin çamurlu, kurbağalı, rezil sularına bıraktım!

Vıcık vıcık olmuş giysilerimle kanaldan çıktıktan sonra ikinci koşu etabının ilk hedefine doğru yollandık. Kontrol noktalarında hiçbir işaret veya oryantiring feneri gibi bir şey olmadığını belirtmek gerekli. Genelde hedefin bir tanımı oluyor; “PVC borunun içi” veya “köprünün altı” gibi… Ne yazık ki çoğu zaman ya bu tanımların İngilizce’si olmuyor ya da çeviri çok başarılı olmuyor. Neyse ki bu yarışta organizasyon çevirileri oldukça düzgün yapmış. Flemenkçe bilmeyen tek takımın biz olduğumuzu da eklemeliyiz. Yani bu çevirileri yalnızca bizim için yaptılar ve bundan ötürü müteşekkiriz. Sık orman içindeki, ustaca gizlenmiş bir çok hedefi toplamayı başardık. Şu yazıyı yazarken bile düşündükçe tiksindiğim, üzeri artık bilmem ne tür tek hücreli yaşam kolonileri tarafından kaplanmış, leş gibi su birikintilerinin ortalarındaki adacıklara yürüdük, belimize kadar batarak. Sonuçta ikinci koşu etabındaki toplam 23 kontrol noktasının 19’unu bulmayı etmeyi başardık. Nispeten daha uzakta olan diğer noktaları atlayarak son bisiklet etabına geçtik. Bu koşu etabında 1 saat 35 dakika içinde 13 km yol katettik.

DSC_8190

İkinci ve son bisiklet etabı nispeten düzdü. Hedefler bir doğrultu üzerinde, genelde ana yoldan 250, 300 metre uzaklaşarak bulunabilecek şekilde yerleştirilmişti. 1 saat 12 dakika içinde 20 km’lik bisiklet etabını tamamlayarak kanoları alacağımız değişim noktasına vardık. Ancak son birkaç kilometre boyunca çıkan kuvvetli rüzgar özellikle ileriki etaplarda bizi zorlayacağa benziyordu.

Bisikleti teslim edip, kano haritasını aldık. Hala 2 saat 52 dakikamız vardı ve bunun kano ve SUP etaplarındaki kontrol noktalarının en az yarısını ziyaret etmemize yeteceğini düşünüyorduk. Kanoyu suya indirmeden önce haritaya hızlıca bir göz attık. Korktuğumuz gibi kontrol noktalarının yarısından fazlasını toplayabilmek için gidilebilecek tek bir doğrultu vardı ve o şekilde ilerlersek en az 15 km yol yapmamız gerekecekti. Normal şartlar altında bu mesafeyi 2 saatten biraz daha uzun bir sürede alabileceğimizi biliyorduk. Bu SUP etabı için bize çok az zaman bırakacaktı. Endişeliydik. Kanoya binip kürek çekmeye başladığımızda endişemiz umutsuzluğa, çaresizliğe ve sonunda öfkeye bıraktı.
Karşıdan esen kuvvetli rüzgar ilerlememize olanak vermiyordu. Kürek çekmeyi, haritaya bakmak için bir an bile bıraksam, anında ters dönüveriyorduk. Geniş kanallar ve büyük göllerde dalgaların boyu 1 metreyi buluyor, kanoda durmamızı zorlaştırıyordu. Var gücümüzle kürek çekiyor ancak ilerleyemiyorduk. İlk kontrol noktasına vardığımızda 45 dakika geçmişti ve tükenmiştik. O anda anladık ki hedeflerin yarısını toplamak bir yana, yarışı zamanında bitirmemiz bile neredeyse imkansızdı. Saatlerce çırpındık, bağırdık, çağırdık, var gücümüzü kullandık ama nafile. Karşıdan gelen rüzgara ve dalgalara karşı koyamıyorduk. Suyum da bitmişti. Kürek çekmeye bir şeyler yiyecek kadar ara vermem mümkün değildi. Yalnızca geri dönmek zorunda olduğumuz için kürek çekmeye devam ettik. 3 saat 20 dakika sonra kanoları organizasyona teslim ettiğimizde resmi yarış süresini 20 dakika kadar aşmıştık ve bu topladığımız 20 küsur kontrol noktasının puanına mal olmuştu. Tükenmiş bir biçimde kürekleri ve can yeleklerini bırakarak yarışı tamamladık.

Ödül töreninden önceki yemek esnasında pek çok takımın kano etabında çok zorlandığını ve büyük kısmının ise zamanında bitiremediğini öğrendik. Ancak buna rağmen birkaç takım kano etabındaki hedeflerin tümünü topladıklarını iddia ediyordu. O havada, bunu gerçekten başarabilmişlerse, nasıl yaptıklarını çok merak etmiştik. Organizasyonun detaylı yarış sonuçlarını ve fotoğrafları yayınlaması günler sürdü. Sonunda puanlara ulaştığımızda gerçekten de birkaç takımın kano hedeflerini pürüzsüzce topladığını fark ettik. Daha da fenası, kano etabının başlangıcındaki puanımızın ilk üçe girmek için yeterli olmasıydı. Yarış fotoğraflarına baktığımızda, yarışta 3 farklı tipte kano kullanıldığını gördük. Bizim seçtiğimiz kano en büyüğü, genişi ve yükseği idi. Bu seçimi isteyerek yapmamıştık, yalnızca bu kanodan kalmıştı. Özellikle kırmızı renkli diğer bir kano, bizimkinin neredeyse dörtte üçü boyundaydı ve çok daha ince ve atik görünüyordu. Dahası, fotoğraflarda diğer takımların kano etabı esnasında çarşaf gibi bir suda gittiğini görebiliyorduk. Bu nasıl mümkün olabilirdi, anlayamadık. Gerçekten de hava biz kanoya başlamadan 10 dakika önce bozmuştu ama bizden öncekilerin bundan etkilenmemiş olmaları pek de mümkün değildi. Bütün bunlar değerlendirildiğinde, bir takım şanssızlıklar haricinde sanırım kabul etmemiz gerekiyor ki, kano disiplininde başarılı değiliz ve daha çok çalışmamız gerekiyor.

Özet olarak Alde Feanen Challgenge iyi organize edilmiş, çok “ıslak” olmasıyla diğer macera yarışlarından farklı bir yarıştı. Kano etabı öncesindeki kısımları oldukça düzgün bir biçimde tamamladık ve kanoda bu kadar geride kalmasaydık yüksek ihtimalle derece yapabilirdik. Biz iyiydik, ancak rakip takımlar çok daha iyiydi. Bu yarıştan lig için puan toplayamamış olduk. Önümüzdeki yarışlarda da rakiplerimizle amansız bir mücadele bizi bekliyor olacak. Eylül ayı içinde 2 yarışımız var ve şimdiden idmanları sıklaştırdık bile.

Yenilgiye ve yorgunluğa rağmen gülümseyebiliyorsan, o kadar acıya ve emeğe değmiştir sanki :)

Yenilgiye ve yorgunluğa rağmen gülümseyebiliyorsan, o kadar acıya ve emeğe değmiştir sanki 🙂

Categories: Haberler | Tags: , , , , , , , , , , , | Comments Off on Islak Bir Yenilgi: Alde Feanen Challenge ’16

Cadıların Ormanında 32 Saat

 

Woods are lovely, dark and deep,

But I have promises to keep.

And miles to go before I sleep,

And miles to go before I sleep.

– Robert Frost

(Not: Henüz fotoğraflar organizasyon tarafından yayınlanmadı. Elimize geçer geçmez buraya ekleyeceğiz.)

Yarış başlayalı 22 saat olmuştu.

Dipsiz ormanı çevreleyen zifiri karanlıkta pedal çeviriyorduk. Durmak bir seçenek değildi. Hava o kadar soğuktu ki, donmamanın tek yolu hareket etmekti. Yolumuz uzundu. Hava kararırken girdiğimiz ormandan hala çıkamamıştık. Bakışlarımı harita ile önümde uzanan yalnızca on, on beş metresini görebildiğim yola odaklamaya ve etrafımızı saran bu kasvetli ormanın derinliklerine mümkün olduğunca bakmamaya çalışıyordum. Eminim ki Banu, arada kafamı çevirip ona baktığım zamanlarda kendisini kontrol ettiğimi düşünüyordu. Ancak durum bu değildi. Bir süredir, sık sık, arkamdan adımla seslenildiğini duyuyordum. Bu ormanların tarihi düşünüldüğünde bu pek de hayra alamet değildi.

Harzer Hexenstieg! Harz Cadılar Yolu… Hansel ve Gretel’in babaları tarafından bırakıldığı o kötücül ormanın tam kalbindeydik!  Kırmızı Başlıklı Kız’ın mantar topladığı bayırların ötesinde… Hexentanzplatz! Cadıların dans alanı…

İşte bu yüzden ağaçların ardına bakmamak için kendimi zorluyordum. İçimdeki merak ve korkunun çatışmasıyla bazen harita tutucumdan yansıyan ışıkla kamaşmış olan gözlerimi ormanın derinliklerine kaydırıyordum. Kafa lambamın kuvvetli ışığı sık ormanın içinde devasa gölgelerin dansetmesine sebep oluyordu. “Yollardan ayrılmayın!” demişti organizasyon görevlileri. Bir macera yarışı için oldukça alışılmadık bir talep… Şimdi ise neredeyse beden bulmuş, kaskatı bir karanlığın içinde, lambalarımızın insafına kalmış, donmamak için var gücümüzle pedal çeviriyorduk. Uzaktan gelen ıslıklar ve tekinsiz sözcükler, uykusuzluğun ve yorgunluğun da etkisiyle sanrıları tetikliyordu. Ansızın yoldan ayrılan küçük bir patikanın ötesinde, karanlıktan daha koyu oluşuyla ayırdedilebilen bir kütle farkettim. Acıyla çarpılmış devasa bir kara ağacın önüne kurulmuş, izbe bir kulübe! Kalbimin hızlı çarpmasına rağmen nefes buharım ansızın kesilince, nefesimi tuttuğumu farkettim. O anda kendime sordum; “Burada ne işimiz var bizim?

 

Nisanın ilk haftası…

Banu henüz birkaç gün önce iki günlük Hard van Brabant macera yarışından önemli bir başarıyla dönmüştü. Ben ise uzaktaydım ve işlerimin yoğunluğundan ötürü sürekli idmanları kaçırıyordum. Uzun süredir 10 km bile koşmamıştım ve antrenmansızlığın vücudumdaki etkilerini hisseder olmuştum. Buna rağmen Banu bana sorduğunda anın coşkusuyla Harz yarışına katılmayı kabul etmiştim. Halbuki Kertenkeleler’i kurduğumuzdan beri Likya Macera Yarışı haricinde hiç bu kadar uzun bir yarışa katılmamıştık. Kararımız mantıklı değil, duygusaldı.

Kayıttan birkaç hafta sonra, Hollanda’da çantalarımızı hazırlıyor, eksik malzemeleri tedarik ediyorduk. Belli etmemeye çalışsak da ikimiz de bu yarıştan biraz çekiniyorduk. Hava durumunun sürekli daha soğuğa kayması cesaretimizi kırmıştı. Günaşırı etkinlikler her zaman daha farklı mücadeleler getirdiği için alıştığımızın dışında planlama yapmamız gerekiyordu.  Sanıyorum herkes için sıralama değişecektir ancak bizim için bu engeller azalan zoruluk seviyesine göre şöyle: uykusuzluk, soğuk ve beslenme. Uykusuzluk hem bedensel hem de zihinsel bir engel. Uykusuzlukla başa çıkmak bizim gibi akşam 23:00’te yatıp, sabah 07:00’de kalkmayı alışkanlık edinmişler için pek zor. Bu sebeple bizi en çok korkutan da işte buydu. Avrupa’da geçirdiğimiz zamanlarda hava tahminlerinin alışık olduğumuzdan daha tutarlı olduğunu öğrendik. Yarış zamanında Harz bölgesinde hava sıcaklığı gündüz 6, gece -1 derece arasında değişecek gibi görünüyordu. Neyse ki yağış olmayacaktı. Yarış sırasında beslenme planlaması için en basit kural; her saat için 200 kcal civarında enerji alacak şekilde hazırlanmaktır. Ancak bu kadar uzun bir yarışta yalnızca jel ve bar yiyerek rahatsız olacağımızı düşündük ve eski usul, birkaç sandviç hazırladık. Yarışın 24. saati civarında ulaşacağımız 5 numaralı değişim istasyonunda (TA5) almak üzere bir çanta bırakabilecektik. Böylelikle besinlerin yarısını yanımıza almaya ve diğer yarısını da bu çantaya bırakmaya karar verdik.

Cuma sabah saat 05:00.

Amsterdam’dan yarışın yapılacağı Almanya’nın Harz bölgesine kadar 5 saatlik yolumuz vardı. Hollanda’daki macera yarışlarından tanıdığımız Oleksandr ile arabasını paylaşmak üzere anlaşmıştık. Aşağıya indiğimizde  Oleks binanın girişinde bekliyordu. Bisikletleri ve çantaları arabaya yerleştirdik ve yola koyulduk. Oleks’in yola bu kadar erken çıkmayı istemesinin sebebi, İtalya’dan gelecek partneri Marin ile yarış alanında buluşacak olmasıydı. Bol sohbetli, az molalı bir yolculuk sonunda öğleden önce Thale kasabasına vardık. Kalacağımız kampingde çadırlarımızı kurduk ve akşam üstü yapılacak olan brifinge kadar dinlenmeye çalıştık.

Akşam üzeri kayıt işlemlerini tamamlayıp bisikletlerimizi teslim ettikten sonra brifingin yapılacağı belediye binasına doğru yürüdük. Hava oldukça serindi. Sokakta tek kişi bile kalmamıştı. Dükkanlar kapalıydı. Her yerde cadılar, kara kediler, cüceler ve devler resmedilmişti. Harz bölgesi Hıristiyanlık öncesinde, Cermen kabilelere ve daha da eskiden Kelt’lere ev sahipliği yapmıştı. Bu topraklar belki de dünyanın en eski pagan toplumlarının yaşadığı yerlerdi. Bu tarihinden ötürü Harz pek çok bilindik masal ve efsanenin çıkış noktası olmuştu ve cadılar ve cüceler işte bu yüzden tüm kültüre sinmişti.

Brifing tam planlandığı gibi 21:30’da başladı.

Uzun ve detaylı bir brifing sonrasında 3 adet A1 boyutunda paftadan oluşan devasa haritalarımızı teslim aldık. Yalnızca kaplaması bile yarım saatimizi aldı. Yarışın başlamasına 5 saat kalmıştı. Haritada işaretli olan toplam 42 kontrol noktası arasında rota seçimleri ve işaretlemeler yapmak oldukça zaman aldı. Kamp alanına varıp uyku tulumlarına girdiğimizde saatlerimizi 1 saat sonrasına ayarladık. Yarışa uykusuz başlayacaktık ve koskoca bir gün ve bir geceyi yine uyumadan geçirecektik. Bu huzursuz düşünceye rağmen yorgunluk sayesinde gözlerimizi kapar kapamaz uykuya daldık.

Haritalarımızı işaretlerken... Foto: Marin Christian

Haritalarımızı işaretlerken… Foto: Marin Christian

Brifing sırasında... Foto: Marin Christian

Brifing sırasında… Foto: Marin Christian

 

race-set-up_2016

Map3-Full-XS

Map2-Full-XS

Map1-Full-XS

Sabaha karşı saat 2:30’da kalktık ve yarış ekipmanlarını kuşandık.

Başlangıç noktasına doğru yürürken hazırladığımız sandviçleri yiyerek hafif bir kahvaltı yaptık. Hava oldukça soğuktu ve yanımızdaki her şeyi üstümüze giymiştik. Takımlar birer birer hakem kontrolünden geçerek başlangıç bölgesine girdi. Saat tam 04:00’da yarışın başlamasıyla herkes aynı yönde koşturmaya başladı. İlk kontrol noktası yanıbaşımızdaki dağın tepesindeki seyir terasıydı. Tüm takımlar gecenin karanlığında, ultra maraton performansıyla koşuyorlardı. İlk iki hedefte rota seçimine ihtiyaç yoktu, zirveye giden tek sıra ince bir patikayı takip etmemiz bekleniyordu. Biz de diğer takımlara ayak uydurmak için hızlanmıştık. Ancak bu kadar uzun bir yarışın daha ilk etabında kendimizi bu denli yormamamız gerektiğini düşünüyorduk. Kıvrılarak zirveye doğru tırmanan yol boyunca kafa lambalarının ışıltılarını görüyorduk. Sanki Yüzüklerin Efendisi’nden bir sahne gibiydi: “Elfler bu kıyıları terkediyorlar…” dedim kendi kendime. Bu esnada nereye gittiğimize çok dikkat etmemiz gerekiyordu. Yerler değişik boyutta oynak taş ve kayalarla doluydu. Üstelik baton kullanmaya alışık olmayan Hollanda’lılar batonlarını etrafa savurarak yürüyor ve diğer yarışmacılar için büyük tehlike arzediyorlardı. Gecenin koyu karanlığında zirveye çıktığımızda serin rüzgara maruz kaldık. Hızla yakınımızdaki seyir terasındaki ilk noktayı ziyaret edip, geldiğimiz yoldan geri dönmeye başladık. Yokuş aşağı olan her yerde koşuyor, düz yolda jog temposunda ilerliyor ve yokuş yukarı hızlı adımlarla yürüyorduk. Çok geçmeden inişi tamamlayıp, ikinci kontrol noktasına doğru yükselen dik patikaya girdik.

İkinci kontrol noktasının bulunduğu tepenin bölge tarihinde yeri vardı. Efsaneye göre prenses Brunhilda’nın kendisi ile evlendirilecek olan devden kurtulmak için atıyla beraber sıçrayarak konduğu nokta bu tepenin yamaçlarındaydı. Hatta granit zeminde hala bir at nalı izi olduğunu okumuştuk. Efsanenin devamında ise Brunhilda’nın peşinden sıçrayan dev, karşıya ulaşmayı başaramayıp aşağıya düşüyor ve zamanın sonuna kadar prensesin tacının düştüğü Bode nehrini korumak ile görevlendiriliyordu. Efsaneler doğruysa karanlık yarın ötesinde, kanyonun derinliklerinde bir cehennem tazısı bizi bekliyor olacaktı. Zorunlu rotadan ilerleyerek dik bir sırttan aşağıya inmeye başladığımızda gökyüzü mor bir renge büründü. Şafak söküyordu. 6 km boyunca Bode nehrinin kıyısında, sarp kayalıkların altındaki tek sıra patikayı izledik. Sonra küçük bir patikadan 100m kadar yükselerek ulaştığımız plato üzerinde 3, 4 ve 5. kontrol noktalarını ziyaret etmek üzere yönümüzü batıya çevirdik. Bu etapta yol bulmak oldukça kolaydı. Mesafeler bir türlü bitmiyor olduğu için kendimizi zorluyor ve daha fazla koşmaya çalışıyorduk. Saat 09:10’da büyük bir barajın köprüsünden geçerek 1. değişim bölgesine (TA1) ulaştık. TA1 bisikletlerimizi alacağımız noktaydı. 28 km’lik trekking etabını aşağı yukarı 5 saat içinde tamamlamıştık. Oturup çantamızdaki küçük sandviçlerimizi yedik. Bisikletlerimizi teslim aldık ve yarışın ikinci etabı için pedallara asıldık.

Uzun koşu/yürüyüşten sonra bisiklete binmek çok rahat gelmişti.

6. kontrol noktasına rota seçimi yoktu. Ne var ki, yol da yoktu. Harita üzerinde işaretlenmiş olan yol, ağaç kesimi sebebiyle yok olmuştu. Zemin bataklıktı. Her yerde devrilmiş ağaçlar ve kesik dallar vardı. Sürekli bisikletleri taşımak zorunda kalıyorduk. Normalde 15 dk’dan fazla almayacak olan ayak, bize 45 dakikaya mal oldu. Devam etmek için bu yolun dere ile birleştiği yerde, derenin karşısına geçmemiz gerekiyordu. Neredeyse kalçalarımıza kadar buz gibi suya girdik. Suyun debisi yüksekti ve akıntıda bisikleti taşımak hiç de kolay olmamıştı. Derenin karşısına geçtiğimizde fazlasıyla üşümüştük. Haritada 7. kontrol noktasına giden yamaçtaki patika sürülebilir gibi görünüyordu. Ne var ki bu patika üzerinde de devrilmiş ağaçlar vardı ve hiç kimse bisikletini sürmüyordu. Bu ayağın başlarında da bisikletleri taşımak zorunda kaldık. Güya kolay olacak olan bisiklet etabı kabus gibi başlamıştı. Stratejimizi değiştirmeliydik. Stabilize yol ile kolayca ulaşılacak olmasına rağmen uzakta olduğu için 9. ve 10. kontrol noktalarını atlamaya karar verdik. 7. kontrol noktasına giden yol, büyükçe bir açıklıktan geçtikten sonra sık bir ormana giriyordu. Hızla ormana girip, girift patika ağında seri biçimde yolumuzu bulmaya başladığımız anda keyfim yerine geldi. Yanımızdan bir takım geçti ve ana patikadan ilerlediler. Bir alt paralelde daha iyi bir stabilize yol vardı. Bu yüzden ara patikaya girdik. Böyle bir kestirmeyi görebilmiş olduğum için kendimle gurur duyduğum anda patika bitti! Kısa süre sonra yoldan tamamen kopmuştuk.

Civardaki tüm patikalar dökülen yapraklar tarafından örtülmüştü. Bir yandan kendime kızıp söylenirken bir yandan da yalnızca yüzey şekillerinden yararlanarak yolu bulmaya çalışıyordum. İndiğimiz dik tepeyi tekrar çıkmak hiç kolay olmayacak diye düşünürken stabilize yolu -olması gerektiği yerde- bulduk. Stabilize yolda hızla ilerlerken bu defa da kendime çok çabuk telaşlanıyor olduğum için kızmakta olduğumu farkettim.  8. kontrol noktasına vardığımızda bir sonraki değişim alanı henüz açılmamıştı. Bekli atlamayı düşündüğümüz hedeflere uğrayabiliriz diye düşündüm. Pek akıllıca değildi. Nereden bakılsa 1 saatimizi alacak ve bizi fazlasıyla yoracaktı. Geçtiğimiz sene bazı takımların tüm puanları topladığını duymuştuk. Belki bu 1 saati ayırmadığımız için ileride pişman olacaktık. Bir süre konu üzerinde tartıştıktan sonra en azından atladığımız iki hedeften birine gitmeye karar verdik. Bu bir hataydı. Yarışın ilerleyen zamanlarında burada kaybettiğimiz 1 saatten ötürü sıkışacak ve daha verimli bazı etapları kısa kesmek zorunda kalacaktık. 10 numaralı kontrol noktasına gidip, bu kararı verdiğimiz noktaya geri dönmemiz gerçekten de 1 saatimizi aldı. Dahası, çok yakın görünen TA2 alanına ulaşmamız da hiç kolay olmadı.

Haritanın ortasındaki 16 km karelik bir bölge uydu görüntüsü ile kaplanmıştı.

Ayrıca bu bölgenin büyük çoğunluğu ormandan oluştuğu için patikalar seçilmiyordu. Haritalarımızı su geçirmez kapla kaplamıştık ve bu kap da güneşin harita üzerinde yansımasına sebep oluyordu. Bu yüzden zaten görünmeyen patikaları seçmek iyice imkansız hal almıştı. TA2 yüksek bir tepe üzerine kurulmuş bir kalenin içindeydi. Bu değişim alanında sularımızı doldurduk, bisikletleri bırakarak, uydu fotoğrafı ile yön bulma etabına başladık. Patikaları göremeyişimizden yol bulmak için basitçe “yönelme” yöntemini kullandık. Buna göre seçtiğimiz bir yönde giden bir patika üzerinde ilerlediğimiz mesafeye dikkat ederek, harita üzerinde nerede olduğumuzu kestirmeye çalışıyorduk. Bu şekilde adım adım yolumuzu bulmaya çalıştık. Daha önce, haritası olmayan bölgelerde, uydu görüntüsü kullanarak yol bulma deneyimimiz vardı. Bu yüzden, “yönelme” tekniğini kullanarak kontrol noktalarını sorunsuzca ziyaret ettik ve tekrar TA2’ye döndük. İşler iyiye gitmeye başlamıştı. Ancak daha  en kötüyle yüz yüze gelmemiştik. Öğlen saatleri olmasına rağmen hava çok soğuktu. Gece kim bilir nasıl olacaktı?

Hareket edebildiğimiz sürece soğuktan korkmaya gerek yok diye düşünüyordum.

Peki ya hareket edemez hale gelirsek ne olacaktı? Bu düşünce ile ürperdim. Banu haritayı bir süre inceledikten sonra 16 ve 17. kontrol noktalarına uğramadan doğrudan 18. hedefe gitmeyi önerdi. Aksi takdirde kano etabının kapanış saatine (19:15) yetişemeyebilirdik. İki kolay hedefi kaçırmayı hiç istemiyordum. Biraz itiraz etsem de, Banu’nun haklı olduğunu biliyordum. 10. kontrol noktasında gereksiz yere fazla zaman harcamıştık ve şimdi bunun bedelini 2 kontrol noktasını atlayarak ödüyorduk. Yarışın puanlamasında öncelik sırası ziyaret edilen TA sayısı, kontrol noktası (KN) sayısı, bonus nokta (BN) sayısı ve süre şeklindeydi. Yani TA kaçırmamız kabul edilemezdi. İstemeye istemeye 16 ve 17. kontrol noktalarını atlamayı kabullendim. Dümdüz asfalt bir yol bizi 18. hedefe doğru götürüyordu. Rüzgar ilk defa arkamızdan esiyordu. Böyle olduğunda rüzgarın hızına ulaştığımız anda birden esinti hissi ve rüzgar sesi kesiliverir, huzur dolu bir anda asılı kalmış gibi hissederiz. İşte vazgeçtiğimiz hedeflerden uzaklaşırken bu anlardan birini yaşadık. Tam o sırada arkamızdan bir takım bize seslendi. “Neden o tarafa gidiyorsunuz? Bu tarafa gitmelisiniz.” Yanıtlamak için durmak zorunda kaldım. “Bu nereye gitmek istediğinize göre değişir. Biz hedeflere gitmeyeceğiz.” Diğer takımın haritacısı ısrar etti; “Ama çok yakınız. Hemen şurada… Kelimenin tam anlamıyla dokunacağımız mesafedeler.” Banu’ya baktım, ancak içten içe devam etmemiz gerektiğini biliyordum. Diğer takıma el salladık ve kendi yolumuza devam ettik. TA3’e vardığımızda saat 18:15’ti. Kano etabının kapanışına 1 saat vardı.

Kıyıda duran kanolardan birini kaptık ve güçlükle de olsa Bode nehrine indirdik.

Su araçlarının kullanımında hala çok tecrübeli olmasak bile zaman içinde en azından rezillik yaşamayacak kadar beceri geliştirmiştik. Kıvrılarak akan Bode, çok coşkun değildi. Hatta bazı yerlerde önümüzdeki suyun derinliğini kestirmek için dalgalanmaları iyi izlememiz gerekiyordu, aksi takdirde kanonun tabanı kayalara çarpabilirdi. 4 km’lik kano etabında iki küçük şelale geçtik. Sanırım bu şelaleleri atlayabilirdik. Ancak gece yaklaşıyordu ve ıslanma riskini almak istemiyorduk. İki sefer kanoyu kıyıdan bir alt nehir koluna taşıyarak geçmeye karar verdik. Kano etabını tamamladığımızda saat henüz 19:00 olmuştu. Kürekleri ve can yeleklerini TA4 noktasında teslim edip oryantiring etabına geçtik.

Bode nehrinin üzerinde, kano etabının sonu...

Bode nehrinin üzerinde, kano etabının sonu…

Bu etap aslında TA4’ten TA3’e geri dönerken yol üstünde uğranabilecek kontrol noktalarından oluşuyordu. Biriken yorgunluk yüzünden çoğunlukla yürüdük ve hafif tempo ile koştuk. Etabın son kontrol noktası, 22 numaralı hedef, ürkütücü görünen kayalıkların ardındaydı. TA3’e doğru kayalık sırttan koştururken hava epeyce kararmıştı. TA3’e girdiğimizde ise kafa lambalarımızı yakmak zorunda kaldık. Bir sonraki etabımız TA3’ten TA5’e kadar olan uzun bisiklet etabıydı.

Bisiklet lambalarımıza pek güvenmiyorduk.

Çok kuvvetli olmadıkları gibi, bataryaları da 5 saatten uzun gitmiyordu. Nedendir bilinmez, içimde parkur planlayıcılarının gece hedeflerini nispeten kasabalar civarına yerleştireceklerine dair bir his vardı. Ne kadar da yanılmıştım! Oysa ki gökyüzünde yükselen dolunay, açık havada bize çok yardımcı olabilirdi. Gerçekten de bu etap yarışın kaderini belirleyecekti. TA5’e ulaşmak çok önemliydi çünkü o noktada yarış öncesi bıraktığımız ek çantalarımızı teslim alacaktık. Ayrıca organizasyonun sağlayacağı sıcak yemek olma ihtimali de vardı. Yarım saat sonra ormanın girişine vardığımızda iki kişilik bir Challenger takımının patika başında haritalarını kontrol ettiğini gördük. Yolumuza devam ettik. Birkaç km. boyunca bir onlar, bir biz önde, ama birbirimizi gözden kaybetmeden ilerledik. Hava karardığından beri başka kimseyle karşılaşmamıştık. Işıklarımıza da güvenmediğimizden gecenin bir yarısında ormanda kalıvermekten çekiniyorduk. 23 numaralı kontrol noktasını geçtiğimizde bu takımdaki arkadaşlara yaklaşıp selam verdim ve bir süre beraber gidip gidemeyeceğimizi sordum. Kabul ettiler. Kendilerinden çok emin görünüyorlardı ve bu bizim için güven vericiydi. Yine de yol bulmada bir başkasına güvenmek konusuna her zaman temkinli yaklaşmakta yarar olduğunu biliyorduk. Bir başkasının yolu bulması ve yalnızca bisiklet sürerek onları takip ederken biraz dinlenmek iç ısıtan bir düşünce olsa da bizim için sürdürülebilir bir seçenek değildi. Geçen zaman içinde bir başkasının temposuyla haritayı kontrol etmek ve aynı zamanda yapılan rota seçimlerini anlamak, yolu bulmanın fazlasıyla yorucu olduğuna kanaat getirdik. 24 numaralı kontrol noktasına yaklaşan yollar haritada net çizilmemişti. Bir baraj gölünün kenarında olan bu noktaya nasıl ulaşacağımız konusunda arkadaşlarla fikir alış verişinde bulunduk. Sonunda biraz daha uzun olan ama bizi hedefe daha çok yaklaştıran bir patika üzerinde uzlaştık.

Kontrol noktasının olduğu baraj göletine vardığımızda, bir o tarafa, bir bu tarafa bakarak, kafa lambalarımızın ışığıyla hedefi bulmaya çalıştık. Her türlü ışık kaynağından uzakta, ormanın ortasında, zifiri karanlığın içinde etrafı görmek çok zordu. Sonunda kontrol noktasını oldukça dik bir tepenin en üst noktasındaki panoda bulduk. Yamaç o kadar dikti ki, bisikletleri iterken bile çok zorlandık. Kontrol noktasının yanına ulaştıktan sonra, karanlık patikalardan diğer takımlar, akın akın büyük gruplar halinde gelmeye başladılar. Kontrol noktasını ziyaret edip, hedef kartlarını zımbalıyorlar ve kısa bir harita kontrolünden sonra yine gruplar halinde ayrılıyorlardı. Bizim arkadaşlardan biri bu esnada tekerinin patlamış olduğunu görmüş, lastiği çıkarmaya başlamıştık. Her ne kadar daha yeni karşılaşmış olsak da onları orada bırakmak istemiyorduk. Tekeri değiştirmelerine yardımcı olduk. Hava o kadar soğuktu ki, Banu da dahil, yeni tekeri pompalayarak ısınmak için adeta sıraya girmiştik. Çantamızda ne kadar giysi varsa hepsini üstümüze geçirdik. Fazlasıyla uzun bir süre sonra teker onarılmıştı ve yola çıkmaya hazırdık. Arkadaşlarımız bütün noktaları atlayıp TA5’e gitmek istiyorlardı. Ancak TA5’e giden tüm yollar, sırasıyla kontrol noktalarına çok yakın geçiyordu. Bu durumu onlara bildirdikten sonra biraz tartıştık ve en azından birkaç hedef toplayabileceğimize kadar verdik.

Yolumuz bizi 25 numaralı kontrol noktasının sadece 250 m uzağından geçiriyor olmasına rağmen bu noktayı atlamaya karar verdik, çünkü hedef 150m.’lik bir tepenin zirvesindeydi. Dahası, zirveye ulaştıktan sonra, hedefin kesin noktasını bulabilmek için bir bulmacayı çözmemiz bekleniyordu. Belki normal bir günde keyifli olabilirdi ancak o kadar üşümüştük ki, bunu değerlendirmedik bile. Tekrar pedal çevirmeye başlayınca az da olsa ısındık. Artık yokuş yukarı gideceğimiz bir sonraki etabı dört gözle bekliyorduk çünkü yokuş yukarı pedal çevirmek biraz olsun ısınmak anlamına geliyordu. El ve ayak parmaklarımı hissetmez olmuştum. Banu’nun yüz ifadesinden onun da benzer bir durumda olduğu anlaşılıyordu. Bir süre sonra ötemizdeki bir yol ayrımında bazı takımların toplanmış olduğunu gördük. Yaklaştığımızda orada belki 8 – 10 takım olduğunu farkettik. Durdukları yerde bir haritalarına, bir etrafa bakıyorlar ve yüksek sesle hangi rotadan gidileceğini tartışıyorlardı. Ben iyiden iyiye yorulduğum için harita okuma görevini Banu devralmıştı. Bir anda takımlar soldaki yoldan aşağıya doğru hızla gitmeye başladılar. Ben de peşlerine takıldım ama gözüm hala arkada bekleyen Banu’daydı. Sonra birden Banu’nun adımı seslendiğini duydum. Haritayı incelerken kafasını kaldırdığı anda ben de dahil herkesin gitmiş olduğunu farketmiş ve telaşlanmıştı. Neyse ki, kaybolmak konusunda çok tecrübeli olduğumuz için her ikimiz de kaybolduğunu düşündüğün anda durmak ve ilerlememek gerektiğini iyi biliyorduk. Yokuş yukarı pedal çevirip Banu’ya beni takip etmesini söyledim. Öndeki takımlar adeta uçup gitmişlerdi. Ne bir ses, ne bir ışık, hiçbir iz yoktu. Banu’yla yokuş aşağı güvenli bir sürat ile inmeye başladık. İnişin sonu bir türlü gelmiyordu. Diğer takımlardan ayrıldığımız için endişeliydim. Neyse ki Banu haritayı iyi kontrol etmişti ve nerede olduğumuzdan emindi. Kilometrelerce indik. Hiç gerekmemesine rağmen, sırf biraz ısınabilmek için, fren sıkarak pedal çeviriyorduk. İniş uzadıkça uzadı. Harita kontrolünün elimde olmamasından ötürü kendimi iyice rahatsız hissediyordum ve söylenmeye başladım. Sürekli Banu’ya çabuk olmasını söylüyor ayrıca haritaya bakmayı ihmal etmemesini öğütlüyordum. Neyse ki Banu benden daha sakin ve soğukkanlıydı. Yıllar içinde tıpkı zincir ve aynakol gibi beraber şekillenmiş, birbirimizi mükemmel şekilde tanımıştık. Bu sayede söylenmelerime bir şekilde bağışıklık geliştirmişti. Bunun için müteşekkirdim. Banu’nun soğukkanlılığını görmek beni de biraz sakinleştirmişti. En kötü ihtimalle geri döner, bu indiğimiz yokuşu gün doğana kadar çıkar çıkar ineriz ve donmayız diye espiriler yapıyordum. Yolda neredeyse hiçbir ayrım olmaması şaşırtıcıydı. Yani tüm takımlar bu yönden gitmiş olmalıydı. Ancak bir türlü onlara yetişemiyorduk.

Derken, kaybettiğimiz kadar ansızın, bizimkilerle karşılaştık. Öyle sanıyorum ki bizi beklemişlerdi. Bu esnada yol ayrımında haritalarını kontrol ediyorlardı. Geldiğimizi görünce yola koyuldular. Harita kontrolü hala Banu’daydı. Ben yalnızca tempoya ayak uydurmaya çalışıyordum. Bir süre sonra her iki tarafında açıklık olan, yüksekçe bir alana geldik. Yanımızda haritada işaretli olmadığını düşündüğümüz bir bina vardı. Ayrıca yolun yön profili ve sağa, sola ayrılan küçük patikalar tutmuyordu. İki sefer kontrol noktasına doğru gittiğini düşündüğümüz küçük patikalara girmiş ve bir süre sonra patikanın sona ermesiyle geri dönmek zorunda kalmıştık. Dört kişi bir araya geldik ve haritayı değerlendirdik. Bir şeyler doğru değildi. Belli ki olduğumuzu sandığımız yerde değildik. Diğer arkadaşlar da belli ki fazlasıyla yorulmuşlardı. Bir süre harita üzerinde tartıştıktan sonra olduğumuzu sandığımız yerin 2 km. kadar gerisinde benzer profilde bir bölge gördük. Üstelik burada bina da işaretlenmişti. Birden  tüm parçalar yerli yerine oturdu. Tek yapmamız gereken bu tezimizi doğrulamak için bir süre daha ilerlemekti. Çok geçmeden kontrol noktasına ayrılan doğru patikayı bulmayı başardık. 26 numaralı kontrol noktası yola yakın bir elektrik direğinde işaretlenmişti. Ancak yerinde değildi. Bu direk 103 numaralıydı ve hedefin 99 numaralı direkte olduğu, yani 4 direk ötede olduğu ipucu olarak belirtilmişti. Ben yapabileceğimizi düşünüyordum ancak diğer takımdaki arkadaşlar artık puan toplamayı hiç umursamıyorlardı. Challenger takımlarının kural gereği en az 4 saat uyuması gerektiği için bir an önce TA5 alanına varmaları gerekiyordu. Bu noktada onlardan ayrılma kararı aldık. Ben geçtiğimiz 2 saat içinde biraz dinlenebilmiştim ve haritayı devralma zamanım gelmişti. Arkadaşlarımıza iyi şanslar diledik ve 99 numaralı direğe doğru giden dar patikadan ilerlemeye koyulduk. Patika çok dardı ve çalılarla doluydu. Bu yüzden 100 numaralı direğe kadar ilerlemek bile oldukça zorlayıcı oldu. 100 ile 99 numaralı direklerin arasında koskoca bir vadi vardı ve aralarındaki mesafe önceki direklerin arasındaki mesafenin en az iki katıydı. Orada 99 numaralı direğe doğru bir takım üyesini göndermiş, dinlenmekte olan 3 kişiyle karşılaştık. Bize kontrol noktasına giden yolun fazlasıyla çamurlu olduğunu ve dereden geçmeyi gerektirdiğini söylediler. Bu noktaya kadar Banu’yu peşimde sürüklemiştim ve gereğinden fazla zaman harcamıştık. Bu yeni gelen bilgi üzerine, anında bu hedefi atlamaya karar verdik. Geldiğimiz kadar hızla geri dönmemiz takım arkadaşlarını bekleyen üçlüyü şaşırtmıştı. Bu noktada harita okumak ile ilgili tüm çekincelerimden kurtulmuştum.

Artık akıcı bir biçimde ilerleyebiliyorduk.

Yavaş ve temkinli gidiyor, emin olmadığımız yerde kısaca durup beraberce haritayı kontrol ediyorduk. Yine de yorgunluk epey birikmişti. Uzunca bir süredir kimseyle karşılaşmamıştık. Sürekli arkamdan adımın seslenildiğini duyuyor, dönüp dönüp ardıma bakıyordum. Dahası etrafımızdaki ağaçların ötesinden hışırtılar geliyordu. Kafamı çevirip baktığımda, bazen pek çok küçük gözün ağaçların arasından parladığını görebiliyordum ancak bu gözlerin neye ait olduğunu seçemiyordum. Karanlık çok koyuydu. Yerdeki küçük su birikintilerinin hepsi donmuştu. Ansızın yoldan ayrılan küçük bir patikanın ötesinde karanlıktan daha koyu, iri bir kütle farkettim. Biraz yaklaştığımda bunun terkedilmiş bir kulübe olduğunu görebildim. Ürperti, yorgunluk, kafa karışıklığı, açlık, soğuk ve kas ağrıları beni bir defa daha ne yaptığımızı sorgulamaya itti. Yüksek ihtimalle tanıdığımız herkes sıcak battaniyelerinin altında keyifli bir uyku çekiyordu. Karınları toktu, bir çatının altında, ağrı sızı olmadan, mutluluk içinde dinleniyorlardı. Sıcak uyku… Sulu bir yemek… Düşler… Derken, Banu’nun seslenişiyle irkildim. Adeta büyülenmişçesine kara, izbe kulübeye bakakalmıştım. Silkelendim ve kendime geldim. Şafağa kadar hala uzun bir süre vardı ve ormandan çıkmaya hiç de yakın değildik. Oyalanmamalıydık. Bir saat kadar sonra, sonunda, TA5’e epey yaklaşmıştık.

Değişim alanına vardığımızda ne yapmamız gerektiğine henüz karar vermemiştik.

Fazlasıyla üşüyorduk ama değişim alanında sıcak ve kapalı bir ortama girdikten sonra tekrar gecenin soğuğuna nasıl dönebileceğimizi bilmiyorduk. Hızlıca çantamızı teslim alıp, bir şeyler atıştırıp yola mı koyulmalıydık, yoksa biraz dinlenmeli miydik? Yarışı bırakmak da bir seçenekti elbette. Buraya kadar gelebilmiştik ve bu bile bizim için oldukça büyük bir başarıydı. Yarışı bırakma düşüncesinin cazibesine kendimizi fazla kaptırmamaya çalışarak yolumuza devam ettik ve çok geçmeden TA5’e vardık. Değişim noktası büyük bir spor salonuydu. İçerisi tam da tahmin ettiğimiz gibi sıcacıktı. Ağır bir yemek ve ter kokusu her tarafa sinmişti. İçeriye girdikten ve bize verilen çorbayı içip, sosisli sandviçleri yedikten sonra her ikimize de bir titreme geldi. Oyalanmak istemiyorduk ama bedenlerimiz dinlenmemiz gerektiğinin işaretlerini veriyordu. Bıraktığımız çantamızı teslim aldık ve erzak yenilemesi yaptık. Yüzümün yandığını hissediyordum ama içim ısınamamıştı. Banu’nun da yüzü kıpkırmızı olmuştu. Takımlar her tarafa yayılmış, dinleniyor ve hazırlık yapıyorlardı.

30 saniye gözlerimi kapattım, orada da yakalanmışım. Foto: Winfried Bats

30 saniye gözlerimi kapattım, orada da yakalanmışım. Foto: Winfried Bats

Oturduğumuz süre içinde hızla güçten düşmeye başladığımızı hissediyordum. Banu’nun 20 dk kadar uyumasına izin verdim. O uyurken ben de haritayı inceledim. Artık mümkün olduğunca nokta atlayıp, en kısa yoldan bitişe gitmeliydik. Aksi takdirde bu yarışı bitiremeyebilirdik. Bu düşünce ile boğazımda bir şey düğümlenmişti sanki. Banu uyandıktan sonra birer sandviç daha yedik. Sonra şaşırtıcı bir biçimde, bütün ağrılara ve acılara rağmen doğrulduk, çantalarımızı sırtladık ve dışarıya adımımızı attık. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. TA5’te tam 2 saat geçirmiş olduğumuzu Banu’dan öğrendiğimde şaşırmıştım ama üzülmemiştim. Buna ihtiyacımız vardı. Erzak çantamıza yerleştirdiğimiz polarlarımızı da üstümüze giydik. Nasılsa ısınınca çıkarırız diye düşünüyorduk. Bilmediğimiz şey o andan sonra bitişe kadar hiç ısınmayacak olmamız ve o polarların üstümüzden çıkmayacağıydı. Bisiklete binmek için bacağımı kaldırdığımda büyük bir ağrı hissettim. Seleye oturmak da acı veriyordu. Derler ya insanın bir yanı ağrırken diğer acılarını unuturmuş. Yalan! O an vücudumda ağrıyabilecek her yer ağrıyordu! 

TA5’te geçirdiğimiz uzun süre yüzünden, takım oyuncularından birinin koştuğu ve diğerinin bisiklete bindiği koşu/bisiklet etabını toptan atlamak zorunda kalmıştık.

Kendimizi TA6’daki oryantiring etabına hazırlıyorduk. Tüm yarışta toplam 42 kontrol noktası vardı. Ortalama olarak hedef başına 45 dakika düşüyordu. Yani 45 dakikadan fazla zaman harcanacak her kontrol noktası pahalıya mal olacak, daha sonra bir biçimde telafi edilmesi gerekecekti. Bu hesaba göre 18 km’lik 8 hedeften oluşan oryantiring kısmı yarışın en verimli etabıydı. Buradaki noktaların hepsini ziyaret etmeyi planlamıştık. TA5’ten ayrıldıktan kısa bir süre sonra kaslarımız yeniden ısınmış ve performansımız nispeten yerine gelmişti. 32 numaralı kontrol noktası sık bir koruluğun içindeydi ve ortalık hala çok karanlıktı. 32 ve 33. kontrol noktaları arasında, ormanın kıyısından giden yol üstünde ilerlerken gökyüzü kızılımsı bir mor renge bürünmeye başladı. Güneş doğmak üzereydi! 33. kontrol noktasının üzerinde bulunduğu tepeden aşağı inerken doğumuzda güneşin doğuşuna, batımızda ise soluk dolunayın batışına tanık olduk. Bu görüntü karşısında moralimiz epey düzelmişti ve hızımız oldukça artmıştı. Sorunsuzca bulduğumuz 34. kontrol noktasından sonra ulaşacağımız TA6 değişim alanına kadar olan bölgede yer yer geceden yağmış olan karın izleri vardı. Değişim alanına yaklaşırken etraf iyice aydınlanmıştı ve bisikletten inecek olduğumuz için memnunduk. TA6 da bir binanın içindeydi ama bir defa daha sıcağa alışmak istemiyorduk. Zaman kaybetmeden oryantiring etabına başladık. Ne var ki, koşmak bir yana, yürümek bile bizim için çok acı vericiydi. Yürüyormuş gibi değil, adeta sürünüyormuş gibi bir hızla ilerleyebiliyorduk. Bacağımın kalçam ile birleştiği yer fena halde ağrıyordu. Kesinlikle koşamıyordum. Banu’yla konuşup durumu değerlendirdik ve bu etabı uzatmamanın akıllıca olacağına karar verdik. 8 hedefin yalnızca 3 tanesini ziyaret edebilmiştik. TA6’ya doğru sonsuz uzunluktaki, 1 km’lik yürüyüşümüzde gerçekten de bu denli uzun bir yarışa hazır olmadığımız gerçeğiyle yüzleştik. Stratejimiz doğruydu, oryantiring etabının en verimli etap olacağını çok önceden farketmiştik. Yarış öncesinde harita üzerinde yaptığımız rota seçimleri neredeyse tamamen optimaldi. Yine de bedenlerimiz fazlasıyla yıpranmıştı. Uzun süredir koşu idmanı yapamamıştık ve o an bunun etkisini en ağır biçimde hissediyorduk. İroniktir, TA6’ya bu defa yürürken yaklaşırken bisiklete binecek olduğumuz için seviniyoduk. Bu sevinç, seleye oturup, ilk pedalı çevirdiğimiz anda tabii ki sönüp gidecekti! Bozuntuya vermeden, neredeyse topallayarak bisikletlerimizi aldık ve sessizce uzaklaştık.

TA6 ile TA7 arasında yalnızca bonus noktalar vardı. Hali hazırda zaten pek çok kontrol noktasını atladığımızdan bonus almanın bir anlamı olacağını düşünmüyorduk. Bu sebeple en kısa yoldan son değişim noktası olan TA7’ye gittik. Yarışın ilk koşu etabının yer aldığı kanyonun çıkışına kurulmuş olan değişim noktasında bisikletlerimizi teslim ettik ve 30 saat önce koşarak geçtiğimiz kanyondan, topallayarak, sekerek, sürünerek ilerlemeye başladık. 8 km’lik bir yürüyüş sonunda bitiş çizgisine varabilecektik ancak çok iyi bildiğimiz üzere bu yol hiç de kolay değildi. Acıya katlanarak mümkün olduğunca seri biçimde ilerlemeye çalıştık. Beklediğimiz üzere sürmesi gerekenden epey daha uzun sürdü ve 2 saatin biraz üzerinde bu etabı da bitirerek yarışı tamamlamış olduk!

Bitiş çizgisinde bizi bekleyen küçük bir kalabalık vardı.

Yarışın baş organizatörü, sempatik Winfried Bats orada bizimle epey ilgilendi ve bol bol tebrik etti. Bu kadar yıpranmış olmak iyi değildi ama yarışı tamamlayabilmiş olduğumuz için mutluyduk. Fazlasıyla hakettiğimiz bir duş, sıcak yemek ve kısa bir uykudan sonra ödül törenine katıldık. Harz yarışında karma kategoriler için ayrı bir sıralama yapılmadığı için yarıştaki sıralamamızı orada öğrenemedik. Ancak yarıştan birkaç gün sonra açıklanan sonuçlara göre karma takımlar arasında en yüksek puana sahip takımın biz olduğumuzu öğrendiğimizde çok şaşırdık ve çok sevindik!

32 saatin ardından

32 saatin ardından

Bu yarışın bize öğrettiği bir sürü şey vardı. Yarışta bizi en çok zorlayan etken soğuktu. Çok soğuk ortamlarda antrenman yapmamıza rağmen aktif haldeyken hiç bu kadar fazla giyinmemiştik. Böyle uzun bir yarışta biraz daha fazla eşya taşımayı göze almalıydık belki de. Gece yarışta ilerleme ve ışık konusu başka bir eksiğimizdi. Belli ki ışıklandırma teknolojisi epey ilerlemişti, başka takımlar araba farı gibi lambalarıyla geziyorlardı. Bu konuda araştırma yapıp malzeme edinmemiz gerekiyor. Bildiğimiz ve tekrar öğrendiğimiz bir konu da kendimize ne kadar yatırım yaparsak karşılığını o oranda aldığımızdı. Koşu antrenmanı eksiğimizin acısını çok çektik. Yine antrenman eksiğinden ve kendimize güvensizliğimizden yarış öncesi motivasyonumuzun en düşük olduğu ve korkuyla başladığımız yarış bu oldu. Bu acıları çekmemek için hedeflerimize göre uzun vadede hazırlık yapıp uygun yarışlara katılmak önemli. Yine de her zamanki gibi vücudumuzun aşırı zorlandığı durumda bile neler yapabileceğine tanıklık ettik. Bu kadar zorlanmamıza rağmen yarıştan kopmadık, tutarlı şekilde bitişe ulaştık. Yarış sonrasında çok sayıda takımın yarışı bıraktığını ve hiçbir takımın bütün puanları alamadığını öğrendik.

Categories: Haberler | 2 Comments

Runatolia 2016 Yarış Raporu

Merhaba arkadaşlar,

Geçen yazımda maratona nasıl hazırlandığımdan bahsetmiştim. Runatolia koşusunun hikayesi de işte burada.

IMG_9453

 

Yarış Öncesi

Yarış temposu belirleme

Runatolia’ya yaklaşık iki hafta kala yarışta hangi tempoda koşmam gerektiği üzerine antrenörümle birlikte hesaplamalar yapmaya başlamıştık. İlk olarak kabaca tahmini süre hesaplaması yaptık, 2 saat 30 dakikanın altında geleceğimi kesinleştirdik. Kesin süre için antrenörümün direktiflerine uyarak 10 km 3:20 dk/km hedefli, 15 km 3:30 dk/km tempo hedefli ve 21 km 4:00 dk/km hedefli antrenmanlar yaptık. Tempo belirleme sürecindeki antrenmanları, İstanbul Maratonunda yaşadığım sorunları, zayıf olduğum durumları, yarış sırasındaki yaptığım hataları ve benzer koşullar içerdiği için Hollanda’da yaptığım antrenman verilerini antrenörümle birlikte incelemeye başladık. Nabız değerlerime göre 3:30 dk/km temponun benim için uygun olacağına karar verdik, 2:27:41 hedef süremiz olarak planladık. Yarış içerisinde optimum verimde koşabilmek için hedef nabzın 175-178 arasında olmasına ve kendimi rahat hissetmem durumunda 180 nabza kadar çıkabileceğime karar verdik.  Yarış boyunca nabzımın belirli bir seviyede kalması daha az yorulmamı sağlayacaktı.

Beslenme

Yarışa 6 gün kalınca karbonhidrat yüklemesi için diyete başladım. İlk üç gün, düşük miktarda karbonhidrat alarak ve antrenmanlarıma devam ederek kaslarımdaki glikojen depolarını bitirdik. Bir sonraki üç gün, günlük kg başına 8 gr karbonhidrat alarak glikojene karşı açlık çeken kaslarımın kendilerini daha fazla glikojenle doldurmasına izin vererek yarış için gerekli olan enerjinin büyük bir kısmını sağladık. İstanbul’da duvara çarptığım (enerjimin bittiği) kilometreleri inceledik ve yarış içerisinde beslenmem gereken noktaları belirledik. Yarışa 3 gün kala su ve mineral alımını arttırmaya başladık.

5 Mart 2016 Cumartesi

Saat 14.05 Antalya uçağıyla Antalya’ya gelmek için Ankara’dan ayrıldım. Saat 5 civarı arkadaşlarımla buluşmak üzere ve yarış kitimi almak için yarışma merkezine gittim. Yarış kitlerimizi alıp, takibinde dinlenmek için Akdeniz Üniversitesi Sosyal Tesisine gittik. Tanıdıklarımızla kısa bir muhabbet edip eski yarış anılarımızı paylaştıktan sonra odalarımıza çekilip uyumaya başladık.

Yarış Günü

6 Mart 2016 Pazar

Saat 6:30’da uyanarak güne başladım. Sabah kahvaltısı olarak 1 dilim ekmek, 5-6 adet zeytin, kibrit kutusu kadar beyaz peynir ve 1 kutu bal tükettim. Yarış alanı kaldığımız yere yakın olduğu için hafif jog atarak arkadaşlarımla birlikte gittik. Doruk sürekli bana yardımcı olarak yarışa hazır olmamı sağladı. İlk olarak 5:00 dk/km tempo ile 15 dakika jog atarak ısınmaya başladım. Takibinde dinamik germe egzersizleri yapıp, 50m arttırma koşuları yaptım. Son kontrollerimizi yapıp, Doruk’la birlikte start alanına gittik. Son birkaç yudum su aldim, saatimi ayarladım ve startı beklemeye başladık. Start alanında önlerde yer tutmaya çalışmama rağmen kendimi sürekli 1-2 sıra arkada bulmaya başladım. Sürekli arkamdan gelen ittirmeler nedeniyle bazen ayakta durmakta zorlandım. Arbedenin olması start anında acaba düşer miyim endişesi yarattı ve o anlarda istemeden gerildim. Yüksek tempoda başlayacak bir grup buldum, aralarında startı beklemeye başladım. Bu sayede önümdekiler nedeniyle bir yerde kapalı kalıp arkadan gelen bir darbeyle düşmeyecek ve iyi bir çıkış yapacaktım. Startın verilmesini beklerken sabit kaldığım için kaslarım soğumaya başladı. Startta Gelaw ile konuşarak onun da 2:25 civarında koşmayı planladığını öğrendim ve birlikte koşmayı teklif ettim. O da kabul ederek startı beklemeye başladık.

Yarış Başlıyor!

20160306_091747

Startın verilmesiyle birlikte ilk üç km 3:25 tempoda gitmeye çalıştım. Nabzımın sabitleşmesiyle birlikte 178 nabız civarında koşmaya başladım. Bazen 180 nabız bölgesi rahat geldiği için o bölgede koştum. Her istasyonda 2-3 yudum su alarak su kaybımı en aza indirmeye çalıştım. Yaklaşık 2-3 km sonra, startta soğuduğum için sol kalf-aşil tendonunun olduğu yerde ağrı ve gerilme hissettim. Bu ağrı beni endişelendirmeye başlamıştı, benzer bir sorunu İstanbulda yaşadığım için biraz tecrübeliydim. Bölgenin biraz ısınmasını sağlamaya ve ayak basışımı değiştirmeye çalıştım. 10. km’lere doğru ağrı azalarak kaybolmaya başladı ama bu sefer de sol ayağım uyuşmaya başlamıştı. Bir süre sonra geçeceğini bildiğim için tempomu koruyarak koşmaya devam ettim. 5-6 km sonra uyuşma geçmişti. Yarı maraton dönüşünü (10.km) geçtikten sonra lider aracının önümde olmasını bekliyordum ama aracı göremeyince önümde bir sporcu olduğunu düşünmeye başladım. 11-12. Km de arkamdan gelen Gelaw’a yakalanarak 1-2 km birlikte gitmeye başladık. Sonrasında hedef nabız alanımdan çıkmamak için biraz fark açmasına izin verdim. 16. km’ye yaklaşırken birkaç küçük parça enerji bar tükettim. Bu noktaya kadar herşeyin planladığımız gibi gitmesi beni mutlu ediyordu, vücudumda henüz bir zorlanma hissetmemem de yarışın geri kalanını da planladığımız gibi gitmemizi sağlayabilir diye düşünüp, Gelaw ile olan mesafe farkını korumaya çalışıyordum. Yarışın başından beri 1. nin kim olduğunu merak ediyordum, çünkü start listesinde gözüme çarpan birisi yoktu.  Dönüş noktasına yaklaşırken 1. sırada giden kişiyi gördüm, göğüs numarası olmaması dikkatimi çekmişti. Dönüş noktasından dönerken, ilk yarıyı ortalama 3:25 dk/km tempoda geçmeyi planlamıştık, bu hedefimizi gerçekleştirdik. 21.1 km’de enerji jeli tüketerek 2. beslenmemi tamamladım. Karşımdan gelen koşucuların destekleri mutlu olmamı ve kendimi dinç hissetmemi sağlıyordu.  23-24. Km de Gelaw’ın tempo düşürmesiyle, hızlanıp geçtim. 25-26. Km’lerde aracın önümde olmasına şaşırmıştım. Benim için sürpriz sporcunun hala önümde olduğunu düşünüyordum, 21. km de yaklaşık 2 dakikalık fark vardı ve yarışmayı bırakmasını beklemiyordum. Araca sorarak, 2. sırada koştuğumun bilgisini aldım. 28. km’lere yaklaşırken enerji jelimi tüketip, koşuma devam ettim. Midemde yaşanan hafif hareketlilik nedeniyle su içmeye kısa bir süre ara verdim. Vücudumda yorgunluğun başlamasıyla hafiften tempom azalmaya başladı. Sürpriz sporcuyu geçmediğim için 2. olduğumu düşünmeye başladım. Start listesine göre yarışı 1. sırada bitireceğimizi planlamıştık, biraz şaşkınlıkla son kilometrelerde tekrar tempomu arttırıp, kollarımı açarak finish’ten geçtim.

12829021_10154084535609866_4093901889927485776_o

Yarışın beni en heyecanlandıran noktası burasıydı, kollarımı açarak koşmak, yani koşarken bütün vücudumda rüzgarı hissetmek, özgür olma duygusu… Saatime göre 2 saat 27 dakika 11 saniyede, planladığımız zamanda, yarışı tamamladım. Yarışı ikinci olarak tamamladığımı zannetmemin ardından Doruk üzerime atlayarak 1. olduğumu söyledi. Uzun bir süre inanamadım, önümde birisinin olduğunu zannediyordum. Doruk sonuç listesini kontrol edip tekrar 1. olduğumu söyledi. İnanmamakta ısrar ediyordum. Birlikte soğuma, masaj ve beslenme için Cam Piramit’e gittik. Soğuma jogu atıp, esneme egzersizlerini tamamladım. Masaj yaptırıp, beslenmeye başladım. Saat 13’te yapılması gereken ödül töreninin 14’e sarkmasıyla bir süre yarışma alanında beklemeye başladık. Kürsüye yarışı kazanan olarak çağırılmamla, yarışı 1. sırada bitirdiğimi öğrendim. Ama aklımda hala o gizemli koşucu vardı. Ödül töreninden sonra toplanıp, Ankara’ya dönüşe geçtik.

 20160306_141523

Strava üzerinden yarış bilgilerini görebilirsiniz.

https://www.strava.com/activities/510050531

Yarış sonrasında yaptığımız analizlerde bu süreyi daha da iyi değerlere çekebileceğimizi fark ettik,

  • 80. dakikadan sonra nabzımın 175 seviyesinin altına doğru ilerlediğini, kaslarımdaki depolanmış glikojeni istediğimiz verimde kullanamadığımızı, yarış içerisinde yeterli miktarda beslenemediğimi ve su tüketiminin yetersiz olduğunu,
  • Ayak basışımı yeterince düzeltemediğimizi, koşunun bir kısmında topuk basarak hızımı düşürdüğümü,
  • Yarış içinde uzun mesafeler tek başıma koştuğum için bazen tempo kaybı yaşadığımı,
  • Ankara’da yaklaşık 900m rakımda oksijen yoğunluğunun %90 olduğunu ve yarıştan bir süre önce yükselti antrenmanı yaparak daha iyi sürelerde koşabileceğimin farkındayız.

Ayrıca nedenlerini araştırmaya devam ettiğimiz birkaç durum daha var.
Yarışa gelememiş miydiniz? Organizasyonun hazırladığı video ile belki bizim hatıralarımızı paylaşabilirsiniz:

 

Wings for Life’da görüşmek üzere…

Wings for Life’da benimle (Run for Life takımı ile) birlikte koşmayı düşünürseniz, bu linki tıkladıktan sonra mail adresinizi (kayıt olurken belirttiğiniz) yazıp JOIN HIS TEAM’ e tıklayarak birlikte koşabiliriz.

wingsforlifeAyrıca, 8 Mayıs tarihinde İzmir’de olamayıp, bulunduğunuz yerde koşmak isterseniz “Run for Life selfie” linki üzerinden ulaşabilirsiniz ve takımımıza da katılabilirsiniz. Selfie Run uygulaması üzerinden tüm dünya ile aynı anda siz de bulunduğunuz yerde koşabilirsiniz, yakalama aracı sizi yakalayınca telefonunuza uyarı gelecektir.

Wings for Life hazırlık sürecinde benimle birlikte antrenman yapabilir ve sorularınızı sorabilirsiniz.

 

 

Categories: Koşu | 1 Comment

Hard van Brabant Macera Yarışı – 2×8 saat

Hedef başında :)

Takım hedef başında 🙂

Geçtiğimiz haftasonu Hollanda’nın Belçika’ya oldukça yakın bir bölgesi olan Brabant’ta bir macera yarışına katıldık. Ekipte bu sefer bir değişiklik yaptık. Deniz Türkiye’de olunca Hollanda’da özellikle dağ bisikleti parkurlarında beraber bol bol zaman geçirdiğimiz Özlem ile bunu fırsat bilip takım oluşturduk. Yarışın en uzun parkuru haftasonu iki gün sekizer saat sürüyor. İlk gün akşam 5’te biten yarıştan sonra ertesi gün sabah 5’te tekrar yarış başlıyor. Alternatif olarak seçilen tek bir güne katılmak da münkün. Özlem de ben de “ne kadar çok macera, o kadar iyi” mantığında olduğumuz için iki günlük uzun parkura kayıt yaptırdık. Özlem’in henüz sadece bir macera yarışı deneyimi olduğu, çok günlük yarış deneyimi olmadığı düşünülürse, bu  son derece cesur bir karardı.

Cuma günü iş çıkışı iki saatlik bir seyahat ile kamp alanına ulaştık.

Yarış iki günlük olunca hazırlanma süreci de daha teferruatlı oluyor. Neyse ki DASK ADAM sayesinde iki günlük yarış tecrübemiz var. Ancak bu yarışta ilk günün sonunda tekrar aynı kamp alanına dönüldüğü için farklı bir strateji gerekiyor. Özlem’le ayrı ayrı hazırlanmamıza rağmen ikimiz de biraz fazla (!) titiz olduğumuz için yarış alanına vardığımızda yarım saat içinde yarışa çıkacak kadar hazırdık neredeyse. Hemen kampımızı kurduk. Bisikletleri kontrol ettik. Çantaları sularına ve içindeki tozlara kadar hazırladık. Hava güzel olduğu için taşıyacak çok da malzeme yoktu. Yağmurluk, acil durum malzemeleri ve tabii en çok da yemek…

Sabah 6’da uyanıp 7’deki kayıt için hazır hale geldik.

Kayıt sırasında haritalar verildiği için bir an önce sıraya girip kaydı tamamladık. Hemen haritaları incelemeye başladık. Dağ bisikleti ve koşu noktaları haritaya işaretlenmişti. Sadece step/run (takım başına sadece bir step bike verilen etap) noktalarını harita üzerıne işaretlememiz gerekiyordu. İşaretlemeden sonra hemen stratejiye geçtik. Özellikle dağ bisikletinde güçlü olduğumuzu düşünerek plan yaptık. Kesin gideceğimiz ana rotanın üzerine durumumuza göre ekleyebileceğimiz alternatifleri belirledik.

Türkiye’deki macera yarışlarından farklı olarak burada genelde “ana rota” üzerindeki hedefler en yüksek puanlı (15-20) oluyor. Uzaklara açıldıkça puanlar düşüyor. Bu şu demek: yarıştan kopmamak için yüksek puanlı hedefleri kesin almalısınız. Fark yaratmak için de küçük hedefleri de eklemelisiniz. Ama hangi yöne doğru giderseniz sizin için daha avantajlı olur, kaçına yetişebilirsiniz, düşük puanlı hedef almak için bir etapta kaybettiğiniz vakit öteki etapta yüksek puanlı hedefi kaçırmanıza neden olur mu bunları planlamak size kalmış. Ayrıca bu sayede takımların arası birbirinden çok açılmıyor ve daha “kıran kırana” bir çekişme oluyor.

Brifing’den sonra “ateş yakma” prolog etabı ile yarışa başladık.

Ateş yakma

Ateş yakma

Yine bizim alıştığımızdan farklı olarak burada macera yarışlarının başında küçük bir “ısınma” etabı oluyor. Bu sayede takımlar dağılıyor, aynı anda gerçek başlangıç çizgisini geçerek yarışa başlamamış oluyor. Özellikle de takım sayısı çok olduğu için bu gerekli. Bu yarışta prolog görevimiz elimizdeki pamuk, çıra ve ateş başlatıcı magnezyum çubuk ile ateş yakmaktı. Ateşi, yaktıktan sonra küçük bir tahta üzerinde, 30 metre kadar ileriye taşıyarak yerde duran torpili patlatmamız gerekiyordu. Pamuğu ve çırayı tiftikleyip çubuğu bunların üzerinde hızlı hızlı sürterek ateşi kolayca yakınca kendimiz de epey şaşırdık! Bir de bu ateşi ayrı bir stresle ileriye taşıyıp torpili patlattık! Neyse ki rüzgarsız ve yağmursuz bir gündü. Torpil sesini duyan hakem bisikletimize doğru koşmamıza izin verdi.

35 km sürecek ilk bisiklet etabımıza hızla başladık.

Gun1Bilgiler_Page_1Gun1Bilgiler_Page_2Bu yarışın benim için bir önemi vardı. Önceki takım yarışlarında genelde Deniz’le ikimiz sıkı şekilde harita takibi yapsak da yine de ağırlıklı olarak Deniz navigasyonu yönetiyordu. Bu yarışta farklı olarak ana navigatör ben olacaktım. Aslında Özlem’in navigasyon konusunda tecrübesiz olması beni korkutmalıydı ancak başta haritayı çok titiz incelediğimiz (ve kuşkusuz bende olmayan bir yeteneğe sahip olduğu) için kolayca haritaya girdi. Hem tereddüt ettiğim yerlerde hem de rota değiştirme karar noktalarında Özlem’den destek alıp rahat bir şekilde navigasyon yapabildim.

İlk haritada kuzeydeki ormanlık alanların bataklık olduğunu bildiğimiz için risk almadan hızlı yollardan giderek yüksek puanlı hedefleri topladık. Kararımıza uygun olarak sırayla M1, M13, M3, M8, M5, M17, M14, M12, M11, M9 ve M15 numaralı hedefleri topladık. M3’te silahla atıcılık özel etabı vardı. Görevliler anlatamayınca atışı beceremedik ama neyse ki biraz geri dönerek köprü altındaki alternatif hedefi aldık. M12 haritada gayet net olmasına rağmen, hedefi çok erken aramaya başlayarak bir hata yaptım. TA1, 2, 3’e yaklaştığımızda güney batısındaki labirent misali alanda biraz kafamız karışsa da 35 km ve 02:06 sonrasında ilk değişim noktasına ulaşmayı başardık.

Gün 1 Harita 1

Gün 1 Harita 1

Gün 1 Harita 2

Gün 1 Harita 2

TA1’de ilk olarak Step/Run, daha sonra Orienteering etaplarını yaptık.

Gun1Harita3-SR

Gün 1 Harita 3 -Step Bike/Run

Takım olarak sadece bir step bike alma hakkımız vardı. Ben zaten ilk defa Hollanda’da gördüğüm, bisiklete benzeyen ama ayak vurarak sürülen bu aletten bir türlü hoşlanamamıştım. Bu yüzden Özlem hemen step bike’a atladı, ben de elimde harita direktifler vererek arkasından koşmaya başladım. Yol üstündeki 15 puanlık S8’i aldıktan sonra özel etapların bulunduğu S5’e ilerledik. Burada ilk olarak ağaca tırmandık! Ağaçların üzerine tutamaklar yerleştirilmişti ve ağaçlar oldukça yüksekti. Ağacın en tepesindeki zili sırayla ikimiz de çaldıktan sonra puanımızı alabildik. Sonrasında çeşitli engellerin bazen ancak birbirimize yardım ederek altından-üstünden atladığımız, koca kamyon tekerleklerini taşıdığımız “survival”, okçuluk ve özel bir haznede ateş yakma etaplarından puan kazandık. Geri dönüş yolunda S10 ve S6’yı alıp step bike’ı bıraktık. Toplam 1:35 dakika zamanda 9 km ilerleyip tüm özel etapları tamamlayabilmiştik.

Gun1Harita4-OR

Gün 1 Harita 4 Orienteering 1

Hemen elimizdeki son haritanın arkasını çevirip orienteering etabına başladık. Etaba başlamak için TA noktasından bir miktar ilerlemek gerekiyordu. İlerledik ve parkuru elimizdeki harita ile eşleştirmeye çalıştık. Daha çok ilerledik ve yine uğraştık. Epey gidip kendimizi inandırmaya çalıştıktan sonra yarışta yaptığımız en büyük hatayı farkettik: Yanlış haritayı almıştık! Elimizdeki günün ikinci orienteering etabının haritasıydı. Bu hata bize yaklaşık 20 dakikaya maloldu. Hemen bisikletimize geri koşarak doğru haritayı aldık. Bu sefer haritadaki incecik patikalara rağmen rahatça okuyarak hatayla birlikte 1 saate yakın zamanda 6.5 km ile etabı bitirdik (hedefler: R16, R8, R4, R17, R6, R2, R2, R10).

Üçüncü kez bisikletimize atlayarak bir sonraki değişim noktasına (TA4, 5) doğru yola çıktık.

Gün 1 Harita 5 Orienteering

Gün 1 Harita 5 Orienteering

Bu etabın tamamı Harita 1’de yer alıyor. Aslında bir sonraki TA güney doğuda ve yakın olmasına rağmen, toplamamız gereken hedefler TA’nın da ötesindeydi. Belirsiz uydu haritalarından ve fazla köprü geçişlerinden kaçmak için güney doğuya doğru ilerlemeye karar verdik. M23, M20, M24 ve M22’yi alarak 57 dakika ve 14 km sonra TA4+5’e ulaştık.

Burada hemen artık gözümüzün alıştığı “doğru” orienteering haritasını alıp yola çıktık. R22, R25, R27, R30 ve R20’yi aldıktan sonra biraz cesaretle haritanın en güneyinde R18’e kadar gittik. Dönüşte Özlem’in “gitmeliyiz” uyarılarına rağmen R28’i de aldık. Yoldan geçerken Özlem R29’un kolay bir yerde oldugunu farketti. Biz onu almak için göğsümüze kadar suya girmemiz gerektiğini düşünmüştük (yarıştan önce böyle bir video göndermişlerdi). Özlem sadece ayaklarını “ferahlatarak” bu hedefi de aldı. En son R31 ve açıyla gösterilen yakınındaki hedefi bulduktan sonra bir saat ve 7.5 km sonunda dönüş yoluna geçmek üzere bisikletimize atladık.

Zamanında yetişme heyecanıyla son bisiklet etabını planlamaya çalıştık.

Macera parkında denge geçişleri

Macera parkında denge geçişleri

 

Aslında hala 1.5 saate yakın zamanımız vardı ama bulunduğumuz nokta finish çizgisine gerçekten çok uzaktaydı. Dümdüz oraya varmak bile epeyce zaman alacaktı. Yol üstüne yakın büyük puanları hedefleyerek yola çıktık. Harita 2 üzerinde 20 puanlık M27, M32 ve M28’i aldıktan sonra diğer haritaya geçtik. Bu haritada yolumuza oldukça yakın 15 puanlık M35’i gözümüze kestirmiştik. Ancak yaklaştıkça epey az zaman kaldığını farkettik. Yolumuzu biraz uzatıp orman içi yollardan ana yollara çevirdik ve var gücümüzle finish’e doğru pedallara asıldık. Son etapta da 1,5 saatte 24 km gittikten sonra 3 saniye kala bitişten geçtik!

Akşam brifinge geldiğimizde bizi bir sürpriz haber bekliyordu!

Hemen duş alıp, masaj yaptırıp eşyalarımızı ertesi güne tamamen hazır hale getirdik. Biz mi çok açtık yoksa organizasyon mu harikaydı bilinmez, Hollanda standartlarının çok üstünde, çeşidi ve lezzetiyle süper bir yemek yedik. İlk günün sonuçları açıklandığında karma takımlar arasında 3. olduğumuzu öğrendik! İlk defa beraber yarışıyorduk ve neredeyse 15 karma takım vardı; bu hiç beklediğimiz birşey değildi! Kürsüdeki tek iki kadın elemanlı takım olmanın da haklı gururunu yaşadık. Ertesi günün haritaları verilince saat 11.30’da çadırımıza dönüp yatabildik. Ertesi sabah 4’te kahvaltıya, 5’te çıkışa hazır olacaktık!

Heyecanlı ve yorgun ikinci gün başlar…

IkinciGunSemaHarita üzerindeki son incelemelerimizi yaparken peynir-ekmeği de ağzımıza tıktık. İkinci gün yine aynı şekilde ateş yakmamız gerekiyordu. Hemen arkasından da bir MTB etabı vardı ancak bu sefer bir farkla: zifiri karanlıkta! Harita 1’in güney doğusundan başlayıp batısına gidecektik ilk etapta. Önce güneye gidip M5’i almaya karar verdik ama karanlıkta kamp alanından çıkmak tahmin ettiğimiz gibi zor oldu. Birkaç kere çıkmaz yollara girdikten sonra yolumuzu bulabildik. Biraz çamurlu yollardan geçerek M1’i aldıktan sonra arazide ince bir patikada olduğu için almaktan çekindiğimiz M2’ye ulaştık. 57 dakika ve 14 km ile günün ilk etabını bitirdik.

Gun2Descr_Page_1İlk Gun2Descr_Page_2etap rahat geçmişti ama sonraki etabın, yani kanonun bizim için pek kolay olmayacağını biliyorduk. Daha en baştan kano etabını mümkün olan en kısa mesafede gidelim diye karar vermiştik ama kanoyu kısaltma şansı yoktu! Tüm takımlar kano ile iki 40 puanlık hedefi alarak diger toplanma noktasına ulaşmalıydı. Karanlıkta kanoya binip yer yer ormanlık alanların arasında gün ağarana kadar sakince kano sürdük. Yer yer bir yere takılıyor, dönüyor, geri düzelmek için epey çaba harcıyorduk. Yavaş yavaş birçok takım yanımızdan geçti. Arada bir kanoyu kıyıya çıkarıp bir süre taşıyıp geri suya indik. Sonunda 1:13 dakikada 5 km mesafe katederek etabı bitirdik.

Gün 2 Harita 1

Gün 2 Harita 1

Gün 2 Harita 2

Gün 2 Harita 2

Gün 2 Harita 3

Gün 2 Harita 3

Kanodan sonra yine zor bir koşu etabı bizi bekliyordu.

Örümcek kadın!

Örümcek kadın!

İlk günkü koşularda biraz zorlayınca Özlem’in dizleri ve ayakları epeyce yıpranmıştı. Bugün için stratejimizi değiştirmeliydik: Koşuları minimum yapıp güçlü olduğumuz dağ bisikletine yüklenmeye karar verdik. Ancak önümüzdeki koşu etabı buna hiç imkan vermiyordu! Harita 1’de TA2’den TA3’e gitmemiz gerekiyordu ve hiç puan almasak bile bu epey uzun bir koşu demekti. Zaten yolumuzun üstünde olan R7, R3, R5, R8 ve R2’yi alarak TA3’e 12 km ve 1,5 saatte ulaştık. Ancak bu “zorunlu” koşu etabı bizi epeyce yıprattı. Özlem’in acı çektiği her halinden belliydi. Ben sürekli haritaya bakıp işimizi kolaylaştırmak için ne yapabilirim diye düşünüyordum ama yapabileceğim pek bir şey de yoktu. TA3’e vardığımızda yarışın diğer kısmında yaşadığımızdan farklı bir ortamla karşılaştık. Ortalık bomboştu. Balta ile odun kesme etabına giren tek takım bizdik. Geride kalmıştık. Yıpranma ve bu durum iyice moralimizi bozdu. Neyse ki odunu Özlem birkaç hamlede hemen kesti ve bisikletlerimize atladık. Yağmaya başlayan yağmur bozulmakta olan moralimize tuz biber oldu.

Macera yarışlarının olağan hali olan değişken koşullar ve duygu durumlarını yaşıyorduk.

Macera yarışlarında herşey iyi giderken bir anda bozabiliyor, ya da siz psikolojik zorluklarla karşılaşabiliyorsunuz. Önceki günü o kadar iyi bitirmişken bu günün böyle olması içimizi burkuyordu. Günün tam yarısı -4 saat- geçmiş iken ancak 3 etabı bitirebilmiştik, önümüzde daha 5 etap vardı. Bır anda yarışı bitirememe stresine bile girdik. Üstelik koşu etabından sonra iyice yorulmuştuk. En hızlı şekilde etapları bitirmeye odaklansak da bir sonraki toplanma noktası TA4, 5’e gitmeden, yolu epeyce uzatan M15’teki özel etaplar kısmına yine de gitmeye karar verdik. Harita 2’den dümdüz yoldan çıkıp harita 3’e geçtik. Yolda kafamızı topladık, yarıştan tekrar keyif almaya başladık. Ana yollardan hiç sapmadan M15’e vardık. Burası yarışın en hareketli ortamlarındandı, 3 özel etap bir aradaydı. Etaplarda sıra da vardı ama bu en eğlenceli kısmı kaçırmamaya karar verdik.

Bu kutuda 6 takım var!

Bu kutuda 6 takım var!

Önce “speleobox” denen karanlık bir labirent kutuya girdik. Zifiri karanlıkta sürünerek daracık geçitlerden sürünüyor, kendimizi aşağı bırakıyor, yukarı çekiyorduk. Bazen biraz iri yapılı yarışmacılar bir yerde takıldığı için uzun süre geçmelerini beklemek zorunda kalıyorduk. Birkaç kat inip çıktıktan sonra kutunun diğer tarafındaki bir boşluktan kendimizi dışarı attık.

Diğer etap için önce bir tırmanış duvarından yukarı çıktık. Yukarıda 5 ayrı etaptan oluşan bir macera parkı vardı. Birbirine iple bağlı sallanan tahta kutular, ip merdiven, ince tahta gibi etaplardan geçerek kabloda kayma noktasına vardık. Ben tabi yine “kim çıkardı beni buraya!” psikolojisine girdim. Kayma noktasında önceki yarışta 10 dakika bekletmem ve makara sistemine ellerimi sokma çabamdan dolayı Özlem kaygılıydı. Bu seferki kablo daha kısa ama yine de benim için tedirgin ediciydi. Görevli koşumumu bağlayınca önüme şöyle bir baktım. Fazla düşünmenin faydası olmadığını düşünerek kendimi saniyesinde bıraktım! İnsanlık için küçük kendim için büyük bu adımı attığımı gören Özlem arkamdan neşe içinde bana seslendi!

Sonraki etapta oldukça ağır bir baltayı fırlatarak ilerideki tomruklara saplamamız gerekiyordu. Baltanın ağırlığı zaten benim için onu “fırlatılabilecek” bir cisim olmaktan çıkarıyordu. Haliyle iki denemede başaramayınca Özlem’le ikimiz de oldukça ağır, 2 metre uzunluğundaki kütükleri taşımak zorunda kaldık. Ama erkekler de dahil tüm yarışmacılar aynı kütükleri taşıyordu!

Eğlenmiş ama zamanımız daha da azalmış olarak TA4, 5’e doğru yola çıktık.

Harita 2’ye geçerek, yol üstünde M20 ve M17’yi de alarak iki saatin altında 25 km ile bu etabı bitirdik. Sıradaki etapta ekip sadece bir bisikletle hareket edecekti. Özlem bisiklette kalırken ben hemen koşmaya başladım. Navigasyon oldukça kolaydı ama zaman azlığından RB ile işaretli hedeflerden sadece tek hedefi almaya karar vermiştik. Koşu sırasında RB4’e de gidebileceğimizi düşündüm. Böylece iki 15 puan ile 22 dakika ve 3.11446788-C63C50EF76573EE3C3385 km sonra koşu/bisikleti bitirdik. Bu arada diğer ekiplerin hem bu etapta hem de step/koşu etabında bisikletleri sürekli değiştirdiklerini gördük. Bir kişi bisikletle biraz ilerliyor, diğeri görüş mesafesindeyken bisikleti kenara bırakıp koşmaya başlıyor. Arkadan yetişen koşucu hemen bisiklete atlıyor. Böylece ekip toplamda koşudan daha hızlı yol alıyor.

Bitişe 2 saatten az kalmıştı ama hala önümüzde üç etap vardı.

Gun2Harita4Hemen bisikletlere atlayıp sonraki toplanma alanı TA6, 7’ye doğru yola çıktık. Fazla zaman harcamadan alabileceğimiz noktaları hesapladık. Zaten çok nokta yoktu. M22 ve M21’i alarak alana ulaştık. Oryantiring etabında Özlem’e sadece 200 metre yürüyüşle etabı geçireceğimize dair söz vermiştim :). Hemen bisikletten atladık. En yakındaki R20 hedefini alıp 5 dakika ve 500 metre sonra geri döndük. Böylece R15’teki “gölde yıkanma” fırsatını da kaçırmış olduk :D. Dalga geçsek de gölün suyu öyle güzel bir maviydi ki fena da olmazdı diye düşünmedik değil!

Son etapta bitiş noktası harita üstünde epeyce yakındı ama bugün yaşadığımız stres ve ilk gün son dakika yetişmemiz bizi biraz esnek plan yapmaktan alıkoydu. Ormanın içinde göl kenarından ve ağaçların arasından güzel dönüşler yapan patikalardan geçerek M25 ve M30 noktalarını aldık. Evet hala çevremizdeki güzelliklerden keyif alıyorduk! Bu etapta kesinlikle başka hedeflere uğramayı da planlamalıydık. Zamanın artacağını düşündüm ama yine de risk almayarak yalnızca M31 ve M26’ya uğramayı planladım. Arazide çamura batıp gecikmekten endişeleniyordum. Bu noktalara gidince de başka noktalara dönmek için artık çok geçti. Yarım saat önceden bitişe ulaştık. Ancak burada da son bir özel etap bizi bekliyordu! Bitkilerin altında yerde sürünmeler, ip ağından atlamalar derken son gücümüzü de harcayıp 20 dakika kala yarışı tamamladık.

İki günlük bir deneyim…

Yarış bitişi

Yarış bitişi

Yarış bittiğinde ikimiz de çok mutluyduk. Bütün endişeleri, yorgunlukları, moral bozukluklarını yaşayan biz değildik sanki. Bugün derece olarak daha kötü olacağımızı biliyorduk ama bütün etapları yapmış, özel etapların tamamının keyfini çıkarmış ve yarışı başarıyla bitirmiştik. Beraber ilk defa takım olarak yarışmıştık. Üstelik ilk günkü başarımızı belgeleyen bir de “çekiç” ödülümüz vardı. Gururluyduk! Özlem için hem çok yoğun bir macera yarışı deneyimi oldu, hem de iki gün arka arkaya yarışmanın nasıl birşey olduğunu gözlemledi. Daha önce size macera yarışlarının bağımlılık yapıcı olduğunu söylemiş miydik? Bilmeyenleriniz için Özlem’in şimdi yeni yarışlar araştırdığını not düşeyim. Ben de uzun süredir iki gün yarışmamıştım. Navigasyonu üstlenmem çok önemli bir deneyim kazandırdı. Bu yarışı kategorimizde yedinci olarak bitirdik. Genel olarak etaplar arası zaman yönetimini iyi yaptığımızı, güçlü yönlerimizi iyi kullanıp zayıf yönlerimizi yönettiğimizi düşünüyorum. Ancak tabii ki bu bir macera yarışı; her şey her zaman istediğimiz gibi gitmiyor. Arada moral bozukluğu yaşasak da iki günün çoğunda harika organizasyonun tadını çıkardık, aynı tutkuyu paylaştığımız insanlarla sohbet ettik, sürekli değişen etaplarda doğanın bize verdiği güzellikleri takdir ettik.

Facebook-OdullerMacera biter mı? İki hafta sonra Deniz’le Almanya’nın Harz dağlarında 32 saatlik duraksız bir yarışa katılacağız. Hazırlıklara başladık. Biz dağlara, eşyükseltilere alışığız, Hollandalı dostlarımıza göre avantajımız var. Ama uzun süredir durmaksızın gece geçirdiğimiz bir yarış yapmadık. Hiç kolay olmayacak!

Categories: Haberler | Comments Off on Hard van Brabant Macera Yarışı – 2×8 saat